Geçtiğimiz hafta Brezilya seçimlerini Lula’nın yeniden kazanması gerçekten hem dünya çapındaki sol, sosyalist güçleri ve toplumsal kesimleri hem de Türkiye’deki toplumsal muhalefeti umutlandıran bir gelişme oldu. Zira önümüzdeki seçimler için taşıdığımız hissiyatı da özetler nitelikte bir ifadeyle Brezilya için “cennetin kapılarını açma seçimi değil, cehennemin kapılarını kapama seçimi” olarak yorumlandı. Çünkü Bolsonaro’nun açlığı, yoksulluğu derinleştiren ekonomik ve anti-demokratik politikaları Brezilya için felaketten başka bir şey getirmemişti.

Bu felaketlerin korkunç yanını oluşturan açlık sorunu Lula’nın seçimden önce mücadeleye başladığı önemli bir sorundu. Araştırmalara göre Kasım 2021’den Nisan’a kadar 33 milyon Brezilyalı aç kalmıştı. Lula’nın bu sorunun çözümünde önemli destekçisi ise gıda egemenliği eksenin agroekoloji temelli tarım reformu programı öneren Topraksız Kır İşçileri Hareketi (MST)’nden oluşuyordu.

Yoksul kır emekçilerinin, gıda üreticilerinin sistem karşıtı toplumsal hareketler birikiminin en önemli örneklerinden birini teşkil eden ve yüzbinlerce kişiye ulaşan MST’nin Eli Vive yerleşkesine mart ayında yaptığı ziyarette Lula, açlığı, “toplumun başına gelmesine izin verdiği en barbarca şeylerden biri” olarak nitelemiş ve aile çiftçiliğinin bunu değiştirecek potansiyele sahip olduğunu vurgulamıştı.

***

Kuşkusuz bu Brezilya için önemli bir mesajdı ki tarım şirketlerinin oyları Bolsanaro’ya giderken kır emekçileri de Lula’yı desteklemişlerdi. İşçi Partisi’nin, Bolsanaro’yu geriletmek ve Lula’ya yönelik engellemeler karşı kurduğu taban hareketi ilişkisi bununla da sınırlı değildi. Dünyanın birçok yerinde açlığın neden devam ettiği sorgulanırken, Brezilya seçim sonuçlarının ders çıkarılması gereken bir diğer yanının da bu olduğunu açık.

Hele ki Dünya Sefalet Endeksi’ne göre Avrupa birincisi haline gelmiş ülkemizin meclis muhalefeti sefaleti üretenlerin anayasaya teklifini görüşmekle meşgulken… Daha geçtiğimiz haftayı, her aybaşı olduğu gibi geride bıraktığımız bir ayın enflasyon bilançosu ile kapattık. Buna göre ekimde açlık sınırı 7.425 liraya, yoksulluk sınırı 24.185 liraya yükseldi. Gıda enflasyonu yine rekor tazeledi, son 12 ayda yüzde 135 artış kaydetti. Hesaplar yeniden yapıldı. Asgari ücretle geçinen yaklaşık altı milyon kişi, açlık sınırının bin 925 TL altında yaşamını sürdürüyor. Yoksulluk sınırı ise asgari ücretin 4,4 katına çıktı.

***

Vekiller enflasyon verilerini paylaşan tweetler atmaya başladılar. Seçimlere işaret ettiler. Ardından Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi görüşülürken muhalefet partilerinin okullarda 1 öğün ücretsiz yemek verilmesi için sunduğu ek bütçe teklifinin AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildiği haberi gündeme oturdu. Böylece vekiller görevlerini tamamlamışcasına sırtlarını rahatça Meclis koltuğuna yasladılar. Hâlbuki geçtiğimiz on yıllar bizlere mücadele perspektifinden yoksun, koltuk bekleyen muhalefet etme biçiminin bir işe yaramayacağını onlarca kez gösterdi.

Açlıktan bayılan öğrenciler, su içerek karnını doyuranlar, ilerde yetersiz beslenme yüzünden bodur olacaklar; açlık nedeniyle fiziksel, zihinsel ve ruhsal güçlükler yaşayan çocuklarsa tüm çaresizlikleriyle yatağa aç girmeye, okula aç gitmeye devam ediyor. Emekçilerin durumu da farklı değil. Kara kış tüm mevsimleri sardı. Uzun süredir artmakta olan enflasyonun düşmesi veya eriyen ücretlerin artması, artsa da yaşam maliyetlerine karşılaması beklenmiyor.

***

Bugün umudu yeniden canlandırmanın yolunun ise açlığı ve yoksulluğu sonlandırmanın elimizde olduğunu hatırlatacak bir mücadele perspektifi benimsemekten geçtiği ortada. Toplum her yanıyla temel ihtiyaçlarından mahrum bırakılmış durumda seçime giderken, muhalefetin seçimini mücadeleden ve umuttan yana mı yapacağı yoksa “hayrola” diyerek beklemekten yana mı yapacağı sorusu merak konusu…