Jean-Jacques Rousseau “Çocuk ne hekim ne asker ne din adamı olmalıdır, çocuk önce insan olmalıdır” diyor. Bizde “Her Türk” ya “Asker doğar” ya “Müslüman”!

“Türk-İslam Sentezi” ekseninde egemenliklerini sürdüren menfaat şebekeleri bu nedenle “dindar ve kindar (militarist) nesil” vaaz ediyorlar.

Devlet zoruyla ve eliyle anaokulundan mezara kadar din eğitimi ile uyutulmak için programlanıyoruz. Mezhepçi ve kindar nesil tahayyülü  homojen ve biatkâr bir millet yaratmak içindir.

Çocuklarımız, AK-Sarayın ideolojik, AK-Diyanetin ve AK-Eğitimin teolojik fabrikaları tarafından teslim alınıyor. Beyinleri yıkanıyor!

Bu ancak zor ve devlet teolojisi ile mümkündür. Çünkü laik olmayan ülkelerde din, bireyin kişisel tercihi ve razılığı ile değil, devletin zoruyla dayatılır.

Bununla yetinmiyorlar, kamu mallarını sermayeye ve yandaşa peşkeş çekerken, devletin kamucu niteliğini küçültürken, yani her şeyi özelleştirirken, insanları ve vicdanlarını din eğitimi ve diyanet üzerinden kamulaştırıyorlar.

12 Eylül’ün faşist Anayasası’ndan aldıkları güçle “Milli irade” safsatası adı altında “kamusal dindar millet”, yani “kul” yaratıyorlar.

KAMUSAL KULLAR

Onlara göre “kulların” bireysel hak ve özgürlükleri devletin ve egemenlerin haklarından daha önemli değildir.

Çünkü “kullar” saraylı devlet için vardır! Saraylı devlet “kullar” için değildir!

“Önce insan”, “önce hak”, “önce eşitlik”, “ önce özgürlük” diyen bir “devlet” bize yabancı!

Ülkenin dört bir köşesinde tapınakları, kutsalları, biat edilen seçilmiş padişahları, adaletsizlikleri, vicdansızlıkları, yolsuzlukları, şiddeti, yasakları ve sömürüleri bol bir devlet var.

Bizdeki daha çok teokrasi soslu melez bir cumhuriyeti andırıyor. Kutsalları, tapınakları ve korkulukları bol devlet. Teokratik totalitarizm, etnik ve dinsel temizlik ile memleketi Sünnilikten ve Türklükten ibaret görmek istiyorlar.

Bu nedenle devlete “Sünni Türk İslam Sentezi“ hırkası giydirdiler.

Bu düzeni yaşatmak için, AK-Diyanetleri ve AK-Sarayları var. Saraylarında ideolojik ve diyanetlerinde teolojik fabrikatörleri var.

MENFAAT ŞEBEKELERİ

Bu ideolojik ve teolojik fabrikalarda çalışan çokça gazeteci, aydın, akademisyen ve ulema var.

Hepsi sahibinin sesi! Kimi de milletvekili olma yarışında.

AK-Saray ve AK-Diyanette oturanlar kendilerini, emirlerine uymak zorunda olduğumuz padişah ve şeyhülislam sanıyor.

İtiraf etmek gerekir ki, padişah ve şeyhülislamın emirlerine uyan çok. “İhanetçi”, “katli vacip” ve “kafir” olmamak için, hem AK-Saraydaki Sultan’ın emirlerine hem de AK-Diyanet’teki şeyhülislamının resmi fetvalarına uymak zorundalar.

AKP devletinin ideolojik ve teolojik fabrikalarında tek tip konuşan ürünler olarak piyasaya sürülen dinci ve rantçı ikiyüzlülük, yukarından aşağıya doğru menfaat şebekeleriyle bir tür ağ örgütlenmesine dönüşüyor.

Menfaat şebekeleri, yolsuzluğu, rüşveti ve hırsızlığı örtecek duaları devletin ideolojik ve teolojik fabrikalarında öğreniyor.

Bu fabrikalarda yandaş medya çalışanları ve sözcüleri de eğitiliyor, bilgilendiriliyor, ezberletiliyor ve tek tip ürün olarak medya raflarına yerleştiriliyor.

Teolojik marketingle yolsuzlukları örtmek şahane!

HAK VE BAŞKALDIRI

“Temel hak ve özgürlükler” kâğıtlar üzerinde güzel duran ancak yasaklar nedeniyle gündelik hayatımızda bize yabancı kavramlardır.

Yaşamımıza, haklarımıza ve onurumuza yönelik çirkin, ahlaksız, pervasızca ve çok yönlü saldırı var.

AKP, insanı,  tüm değerlerinden, haklarından ve özgürlüklerinden arındırıp, tepkisiz, düşüncesiz ve ruhsuz olarak iktidara biat eden bir et yığını haline getirmeye çalışıyor.

Bundandır ki haksızlığa karşı, sorgulama, eleştiri, düşünce, başkaldırı ve isyan hakkımız Berkinlerimiz öldürülerek, Nihat Kazanhan’ın başına bir kurşun sıkılarak, Koray Kaya diri diri yakılarak, Barış Ceyhanlarımızın gözleri alınarak engellenmek isteniyor. Metal işçilerinin grev hakkı, sermayenin çıkarı için yasaklanıyor.

Peki sormak lazım; Sokrates’in dediği gibi “sorgulanmamış hayat” ve Halil Cibran’ın öğütlediği “başkaldırısız yaşam” yaşamaya değer mi?