Kesin: Bugün herkes lig şampiyonunu konuşacak... Bu hafta ne yazsam belli ki gargaraya gidecek... Futboldan da anlamam ki...

Kesin: Bugün herkes lig şampiyonunu konuşacak... Bu hafta ne yazsam belli ki gargaraya gidecek... Futboldan da anlamam ki... Aslında kısır bir gündem var, öyle ahım şahım şeyler yazacak halimiz de yok. Üstelik futbol metaforuyla siyaseti okumanın da cılkını çıkardılar...
Futbol maçını, futbolun kurallarını pek bilmeden de seyredebilirsiniz... İşte yeşil sahada iki takım karşı karşıyadır, ortada bir top var, peşinde koşturuyorlar, sahada siyah şortlu bir adam fırt fırt düdük çalıyor ve top iki direk arasından içeri geçince bir kısım seyirci “goool” diye bağırıyor, diğer kısmı üzülüyor... Siyasetin de kuralı var: Seçimleri kazanan hükümet oluyor, kaybeden muhalefet... Hükümet olmak iyi bir şey, falan filan... Ve burada da “goool!” diye bağırılıyor.
İşte yine bir şeyler oluyor, 1 Mayıs görkemle kutlanıyor, siz de “goool” diye bağırıyorsunuz, ama millette tıs yok, meğer gol öyle olmazmış. Çünkü siyasetin basit kurallarını bilmek Türkiye’deki siyaseti izlemeye yeterli değil... Türkiye siyasetinin çok özgül, şifreli kuralları var... Kimin ne dediğinde aslında ne demediğini, kimin ne yapmadığında aslında neyi yaptığını çözebilmeniz için hakikaten “siyasetçi” olmanız şartmış...
Mesela... Derin devletin tasfiye edildiğinin iddia edildiği sekiz yıllık AKP döneminde gizli takip ve dinlemeler artmış, şantaj ve tehdit siyasetin esası haline gelmiş... Yani “goool!” olmuş... Niye? Çünkü “demokrasi” böyle gelirmiş...
İşin en ironik faslı da muhafazakâr siyasetlerin cirit attığı dönemde siyasette ve bilhassa toplumda ahlaksızlığın da artmış olması. Yani? Yine “goool!”
Bu arada söylemeye gerek yok, bütün goller bizlerin kalesine giriyor. “Bizler” kimiz? Kendisini gol yemiş hissedenler elbette...
Şimdi de Anayasa referandumu için düdük çalındı. Aslında bu maçın, yani Anayasa referandumunun temel çalımı başlamadan belli oldu. Geçen gün Lütfü Doğan Tılıç da bunu zaten ifşa etmişti:
“Eşine ihanet eden adam!”
Yani anayasayı filan bir kenara bırakıp bu mevzuu konuşturacaklar. Daha şimdiden Recep Tayyip Erdoğan-AKP her itiraz edene dönüp “Yani sen şimdi eşine ihanet eden adamı mı destekliyorsun, ahlaksız!” demeye başlamadı mı? Dün Başbakan, “Biz anayasayla uğraşırken Baykal başka yerlerdeydi” demedi mi?
Maçtan atılan Baykal’a gelince... Belli ki donakalmış, başına geleni idrak edemeyecek bir halde... Baykal’ın istifa hutbesini izleyenler önce bir hislendiler, sonra bir baktılar ki... Aaa! Bu bir “veda edememe hutbesi” imiş... Partililerin dilinde Sezen Aksu şarkısı: “Git, git, git-me... Ne olursun...” Evet, Baykal için hep AKP’nin işini kolaylaştıran bir muhalefet lideri diye söz edildi, AKP de böyle muhalefete (beceriksizliğinden dolayı) can kurban deyip durdu...  Şimdi de siyaset tanzim ediliyormuş. Demek ki, yeni bir Tanzimat Dönemi daha yaşanacak... (Eskisinin encamı ise tarih kitaplarında.) Ancak böyle giderse, Baykal Türkiye’de ılımlı İslam’ın, yeni Tanzimat Dönemi’nin tesisindeki ve bunun meşrulaştırılmasındaki bir enstrüman, bir vesile olacak (internet faciası nedeniyle değil, partiye ve siyasete müdahalesini despotlukla sürdürmesi nedeniyle...)
Lakin olup bitenler maç, futbol metaforuyla geçiştirilmeyecek denli vahim elbette... Anayasa referandumu bir yana, gidişatı asıl olarak Kürt sorunu belirleyecek diyenler arasındaydım. Bu yüzden Öcalan’ın son avukat görüşmesinde söylediklerinin “mefhumu muhalifi” epey önemliydi:
“Orta yoğunluktaki bir savaştan söz ediliyor, bunun şöyle bir tehlikesi var: böyle bir savaş gelişirse bu sadece öyle dağla da olmaz, şehirlerde de bunun etkisi çok büyük olur. Şehirlerdeki serhıldanlar kent isyanlarına dönüşebilir. Her şehirde büyük katliamlar da gelişebilir... Herkes tedbirini almalıdır.”
Peki böyle bir ortamda referandum, böyle bir ortamda siyasetin tanzim edilmesi ne sonuç verecek? Herkes tedbirini nasıl alacak? CHP’nin başına geçirilen çorap belli; Kürtlerin başına hangi belalar açılacak? Ya MHP? Yahu mesela Mehmet Ali Ağca ortalıkta yok... Acaba onun da AKP’nin elini güçlendirecek ifşaatları, internet kasetleri filan gündeme gelecek mi? Çünkü AKP, sekiz yıldır gördük, anladık ki aslında bu tür icraatların şampiyonudur...
Futboldan anlamam, “şampiyon” denilince de bende yaptığı çağrışım nedense bir kokoreç markası, üstelik onu da hiç hazzetmem. Tuhaftır, AKP’lileri ise bugünlerde kokoreç imalatçısı gibi görmekteyim: Barsaklara pek meraklılar. Pislikten siyaset üretmede şampiyon olabilmek... Ne bileyim, belki bu da bir marifet...