Reel politikada siyasi rakiplerin birbirine yönelttikleri en fiyakalı suçlama, “Memleketi satıyor!” şeklinde olanıdır. Rakipler, yani iktidar-muhalefet yer değiştirse de, iddia değişmez ve...

Reel politikada siyasi rakiplerin birbirine yönelttikleri en fiyakalı suçlama, “Memleketi satıyor!” şeklinde olanıdır. Rakipler, yani iktidar-muhalefet yer değiştirse de, iddia değişmez ve üstelik mesnetsiz de sayılamaz… Şimdi de, neticeye baktığımızda, AKP’nin bütün marifetinin memleketi satmaktan ibaret olduğunu görebiliyoruz.

Yoksulluğun ezeli olduğu bir memlekette en klasik sorun geçim derdidir. Haliyle, sistem partilerinin bu konudaki vaatleri de iktidara gelebilmenin ve kalabilmenin tek zeminidir.

AKP’ye de esas olarak bu derde bir deva olacağı umulduğu için oy verilmişti. Seçmenlerinin dörtte üçü, başlangıçta, AKP zihniyetinde filan değildi. Konjonktür de uygundu… Kemal Derviş 2001’de acı ilacı içirmişti.  AKP bunun üzerine köpüklü kahve gibi geldi, cicim ayları ve hatta yılları yaşandı…

Haa… Demokrasi, liberalizasyon ne oldu, diyeceksiniz. AKP, müesses nizamın katı sınırlarını aşar görünen ataklar da yapmıştı, yani şu malum AB süreci… O da, yandı bitti kül oldu. Artık anlaşıldı ki, AKP’nin asıl derdi, AB’nin Maastricht kriterleriymiş (vahşi kapitalizmin kurallarıymış); cazip olan, Kopenhag kriterleri (insan hakları, ifade ve örgütlenme özgürlüğü vb) filan değilmiş… Zaten Tayyip Bey Kürt meselesinde de, ABD ve cemaat çözümü olan Kürt-İslam sentezi ile kadim devlet-askeriye çözümü arasında sıkışmış durumdayken, demokrasi umurunda olamazdı. Nihayet, en büyük sosyolojik palavralardan biri olarak piyasaya sürülen AKP numunesindeki “çevre merkeze el koydu” tezi, haldeki Ordu-Hükümet ilişkisiyle, mutabakat durağında iflas ediverdi…

Peki bizler şunca zamandır, laiklik-şeriat, darbe-demokrasi, İttihatçı Ergenekon-İtilafçı AKP tartışmalarını neden yaptık? Cevabını merak ediyorsanız, Amerikan istihbarat örgütlerini koordine eden Ulusal İstihbarat Konseyi (NIC) yayımladığı “Küresel Eğilimler 2025: Dönüşen Bir Dünya” başlıklı raporu okuyun; bu raporda, “Önümüzdeki 15 yıl boyunca Türkiye’nin izlemesi en muhtemel yön, İslami ve milliyetçi eğilimlerin bir karışımını içerecektir,” tespiti yapılıyor. Türkiye egemenlerine deniyor ki, ancak bu sayede ekonomisi daha güçlü ve bölgesinde ve dünyada daha önemli rol oynayan bir Türkiye olabileceksiniz! Yerseniz!

İslami ve milliyetçi bir karışıma duyulan ihtiyacı biz zaten biliyorduk, yazıyorduk; hatta AKP de bunu başından beri biliyordu. Bu bakımdan Tayyip Bey hüsran yaratmış değildir. Hicranın müsebbibi ise bir kısım Türk aydınıdır. Liberallerimizin yer aldığı bu hazin tablo, kendi dışındaki güçlerden medet ummanın yarattığı trajik bir sonuçtur. Her değişim lafına, her demokrasi vaadine kananlar, 1950’lerde Menderes’i demokrasi havarisi ilan etmişler; 1970’lerde ya cuntacı olmuşlar, ya da “milli demokratik devrim” yapsın diye milli burjuva icat etmişlerdi. 1980 sonlarında bunların gözünde Özal transformasyon mucidiydi, ilericiydi. Ve şimdi “Türkiye’yi AB’ye taşıyacak ve ilerici Anadolu Kaplanları’nın temsilcisi” dedikleri Tayyip Bey, sadece memleketi değil kendisine biat eden aydınları da satmadı mı? Sattı…

Bir ibret vesikası olarak bu satışın kasa fişi dahi vardır ve aynen 10 Kasım tarihli Taraf gazetesinde yayınlanmıştır: “Anadolu kaplanlarıyla İstanbul aslanları uzlaşır. Türkiye yine eski kafesine girer. Uzlaşma mı, teslimiyet mi? İkisi birden. Teslimiyette birleşmek hususunda uzlaşılmıştır. Artık yine eski kafesteyiz. Ama her şey eskisine göre çok daha çıplak. Herkes beyhude bir histeriyle üstünü başını yırtmış bulundu. Durum hiçbir zaman olmadığı kadar müstehcen. O kadar müstehcen ki, gözlerini kapatmazsak çocukların, açık dimağlarıyla olan biteni bizlerden daha iyi anlama ihtimalleri çok büyük  Şimdilik çıplaklıktan biraz hicap duyuyoruz, başbakanın asabiyeti o yüzden. Asıl tatlı ve kibar mugalata herkes tekrar giyindikten sonra başlayacak. Yüzde 47’yle olmayan, yüzde 99’la da olmaz. Hem de hiç olmaz. Elveda AKP.”

Eveet… AKP’nin bu kesimlerce desteklenmesinden bu yana tam yedi yıl geçti. Ve görüldü ki, zaman sadece armutları değil insanları da olgunlaştırabilirmiş… Belki özeleştiri yapıp, “bizim Taraf”a sığınabilirler.. Çünkü o Taraf’lara da kara kış geliyor… Alçaklara karlar yağıyor.. Üşüyor musunuz? Siz bu işin sonunu hakikaten düşünüyor musunuz?