Önümüzdeki günlerde siyasetin ve medyanın ana tartışma konusu “Yargı Reformu Stratejisi” ve bağlantılı olarak çıkarılacağı ilan edilen paketler olacak. Ancak gene sorunları üreten iktidarın belirlediği sınırlar içerisinde siyaset yapma ve çözüm arama yanlışına düşeceğimiz anlaşılıyor.

Yargının geleneksel sorunları ile yüzleşmeyen, 2010 Referandumu ile yargıdaki yıkımın temelini atan ve yıkımın dinamiklerini ortadan kaldırmak bir yana, kendi dar çıkarları için kullanan bir iktidarın hazırladığı bir “reform” söz konusu. Anayasanın fiili olarak askıya alındığı, apaçık yazılı kanun metinlerinin uygulanmadığı, yargıya güvenin yerlerde süründüğünün Anayasa mahkemesinin başındaki kişilerce bile çaresizce itiraf edildiği bir ortamda makyaj kabilinden bile sayılamayacak düzenlemeler sonu gelmez tartışmalara konu olacak. Muhtemelen haybedeki turp MHP’nin istediği Af olacak!

Fetullahçı yargı döneminde de çok yapılırdı bu çalışmalar; Toplantılar, iddialı hedefler, fiyakalı dokümanlar, mevzuat değişiklikleri vs. ama arkasından kumpas davaları, evrensel temel kuralların bile imha edildiği dava süreçleri gelirdi. Tüm bunlar da AB’nin, ABD’nin, liberallerin alkışları altında yapılırdı. Benzer bir “lansman” başlamış görünüyor. İlginçtir, o dönemi bir çeşit “AKP asr-ı saadeti” olarak görenler hala, yıkımın temellerinin o dönemde atıldığının ayırdında değiller. Ayırdında olmak bir yana yıkımın sorumlularını enkazın altından kahraman olarak çıkarmaya çalışıyorlar.

Aslında tüm reform sürecini baştan ayıplı hale getiren birkaç hususa yakından bakılabilse belki çözümde doğru yerde aranacak. Birincisi reform paketinin açıklandığı, tam da AİHM’nin ihlal başvurusunu görüşeceği günlerde, Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, aylardır tutuklu olarak yargılandıkları ancak salıverildikleri suçlardan dolayı başka bir mahkemece tutuklandılar. Bu uygulamayı usul hukukunun çok ağır ihlalinden daha vahim kılan Cumhurbaşkanının “… bu işin sonuna kadar takipçisi olacağız. Bunları bırakamayız. Eğer biz bırakırsak ebedi alemde şehitlerimiz bize bunun hesabını sorar” dedi. “Bırakamayız” dehşet verici bir itiraf iken “şehitlere” atfedilen “aşkın/metafizik referans” tüm yazılı kuralları hükümsüz kılan bir nitelik taşıyor.

İkincisi: reformun daha içeriği netleşmeden destekçisi olan TBB başkanı Feyzioğlu’nun açıklaması. Yargı reformu ile hava savunma sitemine olan ihtiyaç arasında bağ olduğunu açıklamış başkan. Demiş ki; “Avrupa toplumlarına maalesef Türkiye’den de gelen birtakım yanlış sinyallerle ülkemizin ‘hukuk devleti olmaktan tamamen çıktığı, diktatörlüğe dönüştüğü’ algısı var. … Demek ki bu yargıyı kıracak en güçlü anahtar, yapacağımız yargı reformuyla olacak. Türkiye’nin S-400’lerdeki haklılığını, ABD’nin F-35’lerdeki haksızlığını ABD ve Avrupa kamuoyuna anlatmak istiyorsak Türkiye’nin hukuk devleti olduğunun imzasını attığımız bu reform sürecinin bir an önce kanunlaşmaya başlaması lazım.”

Üçüncüsü Erdoğan’ın strateji belgesini açıkladığı konuşma: “Yargı reformu belgesi içerdiği birçok amaç ve hedefle hem vatandaşlarımızın sisteme duydukları güveni artıracak hem de daha öngörülebilir bir yatırım ortamının oluşmasına yardımcı olacaktır.”

Sadece bu üç örnek bile bu paketin amacının ileri sürülen hedefler değil, hazırlayanlar ve destekleyenlerin çok sevdikleri sözlerle bir algı yaratmak olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim en büyük desteği veren TBB başkanının çok önemsediği avukatlara yeşil pasaport düzenlemesi söz verildiği gibi çıkmadı. Diğer kamu görevlilerine “Verilir” diye bağlayıcı bir düzenleme varken, avukatlara “verilebilir” deniliyor. Gene tutuklamada süre azaltıldı diye propaganda ediliyorken yapılan sadece soruşturma aşamasındaki tutuklamaya bir süre sınırı getirmek. Toplam süre aynı. Tam bir algı oyunu!

Çözüm, iktidarın belirlediği sınırlar içerisinde siyaset yapma ve çözüm arama anlayışını terk ederek bulunabilir. İhtiyacımız kozmetik reformlar değil köklü dönüşümlerdir. Hatırlatalım: idare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar!