Geçen günlerde yaşamını yitiren Marksist düşünür Samir Amin’in “kolektif emperyalizm” olarak nitelendirdiği ABD-AB-Japonya’dan müteşekkil Batı İttifakı’ndaki çatlak derinleşiyor. Hayri Kozanoğlu hoca BirGün Pazar’da transatlantik hattında baş gösteren yarılmanın nedenlerine ve olası etkilerine dikkat çekmişti. Trump’ın ticaret savaşlarının fitilini ateşlemesiyle nükseden ayrışmanın şimdilik bir kopuşa yol açması beklenmese de, aktörlerin yeni pozisyonlar eşliğinde giriştikleri farklı arayışlar gözlerden kaçmıyor.

‘Kolektif emperyalizm’in küresel kapitalizmin oyun kurallarını belirlerken koordinasyon içerisinde hareket etmesi bu aktörlerin kendi aralarında sorunlar yaşamayacağı, çıkar çatışmasına girmeyecekleri anlamına gelmiyor. Pazarların paylaşılması, kaynakların ele geçirilmesi, işgal ve saldırılar gibi pek çok konuda bugüne kadar ortaya çıkan sorunları cephe üyeleri kendi aralarında “konsensüs” yoluyla çözmeye çalışıyorlardı. Ama artık mevcut dengeler “konsensüs”un oluşmasını zorlaştırıyor.

Gümrük duvarlarının örülerek ticaret savaşının başlatılmasından NATO’ya katkı sunulmasına, Rusya ve Çin’in hedef alınmasından İran’ın kuşatılması ve Filistin sorununa kadar pek çok sorunda ABD ile Almanya, Fransa, Japonya ve hatta İran Nükleer Anlaşması’nda olduğu üzere İngiltere arasında anlaşmazlık söz konusu.

Trump’ın son dönemlerde Avrupa Birliği’ne karşı artarak devam eden çıkışları, AB’yi, kendi ülkesine karşı adaletsiz bir ticari ilişki kurmakla, NATO’ya yeterince katkıda bulunmamakla suçlaması gerilimin sadece dışa vuran kısmı.

Liberal düzenin yeni bekçisi Almanya (mı?)

Cephenin en önemli aktörü Trump ABD’sinin “Önce Amerika” politikasını hayata geçirmesi, tek başına yeni bir düzen tesisine girişmesi transatlantik ittifak içerisindeki “denge”nin bozulmasına yol açmaya başladı. Hattın diğer ülkelerinin Trump’ın kural tanımaz saldırgan tutumundan büyük kaygıya kapıldıkları dikkatlerden kaçmıyor.

Tam da bu noktada yeni arayışlar söz konusu. ABD’nin kendi başına buyruk hareket etmesinin yol açtığı kim tarafından nasıl doldurulacak? En hevesli aday olarak Almanya ön plana çıkıyor. Gerek Alman sermayesinin temsilcileri gerekse de Merkel yönetimi bu konuda pek bir heveskâr görünmelerinin yanı sıra, bu yönde mesajlar da vermiyor değiller. Örneğin Alman tarihçi Christoph von Marschall, “ABD artık liberal düzenin garantörü değilse bu rolü Almanya’nın üstlenmesi gerektiğini” açıkça yazdı.

‘Yaşlı Kıta’ ‘Yeni Kıta’ya başkaldırıyor

Kıta Avrupası’nın ABD’ye olan bağımlığın sona erdirilmesi için kollar çoktan sıvandı. Alman şansölyesi Merkel bir süre önce bizzat bu bağımlılık ilişkisinin kendilerine zarar verdiğini, Avrupa’nın kendi başının çaresine bakmasının vaktinin çoktan geldiğini söylemişti. Merkel’in bir yıl önceki “Kendi kaderimizi kendi ellerimize almalıyız” sözleri ABD’nin küresel liderliğine Avrupa’dan gelen ilk itiraz olmuştu.

Trump’ın işbaşına gelmesinden bu yana geçen bir buçuk yıllık süre zarfında ayrışma daha da büyüdü. İlginçtir ki Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron geçen hafta aynı gün ve saatlerde benzer cümlelerle ABD’ye olan bağımlılığın azaltılması gerektiğini söyledi.

Maas, “Avrupa artık Rusya ve Çin ile birlikte ABD’nin hasmı olarak tanımlanıyor ve eşzamanlı olarak NATO ittifakı sorgulanıyorsa o zaman bu salt retorikten ibaret bir konu değildir. Bu nedenle ABD ile yeni ve dengeli bir ortaklığa ihtiyacımız var” dedi.

Macron da Paris’te yaptığı konuşmada, “Güvenlik için sırtımızı artık ABD’ye dayayamayız. Rusya’nın da dahil olduğu Avrupalı ortaklarımızla güvenliğimizin geniş kapsamlı bir değerlendirmesini başlatmamızı istiyorum. Yeni girişimlerde bulunmalı ve yeni ittifaklar oluşturmalıyız” sözleriyle açık mesaj verdi.

Kopuş yaşanmaz, çatlak büyür

Berlin ve Paris hattı yaşanan boşluğu kapatmaya çalışsa da, kısa vadede Washington’dan bir kopuş beklenemez. Mevcut bağımlılık ilişkisi Kıta Avrupası’nı ABD’den kopmasını zorlaştırıyor. Ancak ABD, İran, Rusya, Çin, NATO’nun işlevi, gümrük duvarları gibi konularda “sadık müttefikleri”ni ikna etmekte daha da zorlanacak gibi. İçeride azledilme korkusu yaşayan Trump’ın tek taraflı adımları “kolektif emperyalizm” saflarında artık istediği gibi bir kenetlenme sağlayamıyor.

Almanya bu boşluğu tek başına dolduramayacağının pekâlâ farkında. Gücü, nüfuzu, kapasitesi ABD’ye kafa tutmasına, Çin ile rekabet etmesine yeterli değil. Bunun için geniş bir ittifaka ihtiyacı var. Fransa’yı ve Avrupa’nın geri kalanını yanına çekerek güçlü bir aktör olarak, “Yaşlı Kıta”yı yeniden eski kudretine dönüştürmenin hesaplarını yapan Alman burjuvazisinin Rusya ve Çin ile girişeceği ilişki süreçte belirleyici olacak. Maas’ın “Yeni bir stratejik gerçeklik oluşmakta ve bizler de bununla başa çıkmak zorundayız” sözleri yeni döneme dair önemli ipuçları veriyor.