Tanıdığım bir şirkette işler kötüye gitmeye başladı. Sebebini sordum: “Patron boşlayınca meydan başçavuşlara kaldı” dediler...

Ortamlarda CEO, CFO, müdür filan diye dolaşsalar da, şirket çalışanları tarafından “başçavuş” diye adlandırılan insanlar vardır. Bunlar ordudaki orijinal başçavuşlardan farklı olarak korkak ve tüm korkaklar gibi zalim kişiler olur. Şirket başçavuşları patronun ailesinden olmayan ama patronu “babaları” gibi sevdiklerini söyleyen (gözden düşünce babanelerine küfreden) patrondan çok patroncu tiplerdir. Türkiye’deki şirketlerin genelini er veya geç “başçavuşlar zapt eder”. Başçavuşların zapt ettiği şirketlerde ciddi hatalar yapılır, her hatada şirket darbe alır, önce büyüme durur, sonra küçülme başlar ve en sonunda “koca şirket” tarihe karışır.

Zaman komünist, onu herkes eşit tüketiyor. Milyar dolarlarlık dev bir holdingin başında bile olsan, yaşlanırsın, tükenirsin. İşte bu aşamada başçavuşlar devreye girerler. Başçavuşlar bulundukları konuma goygoyla gelirler. Herkesin farklı bir görme biçimi olduğundan, her başçavuş patronu kendi gördüğü gibi taklit etmeye başlar. İlkin pek sorun çıkmaz, yaşlı patronun baş köşede uyukladığı yönetim kurulu masasında herkes hemfikir gibidir. Ama zamanla, patronu yorumlama belirgin biçimde farklılaşır. Kimi “patron şu durumda böyle yapardı” diye düşünürken, kimi “ hayır şöyle yapardı” der. Kurucu ortaklar (veya aile) başçavuşlardan pek hazzetmezler ama onları tüketene kadar da kullanırlar. Sistem başçavuşları bıçkın olmaya iter, kısa ömürlerinin nedeni de budur.

Millete çay dağıtma örneğiyle bile (çaylar şirketten) “şirket” sayabileceğimiz AKP, bir başçavuş istilasında olabilir mi? Herkesin günahını almayayım, hepsini tanımıyorum, hepsine toptan “başçavuş” demek de istemiyorum ama böyle bir şey var sanki.

CHP’nin 2019 yerel seçim kampanyasını yönetirken, hayatımı kolaylaştıran bir gerçeklik olarak bu “başçavuş zaptı”nı gözlemlemiştim. Örneğin aday seçimi konusunda AKP nasıl böyle hatalı davrandı hala aklım almıyor. Bir seçim önce İzmir’de yenilmiş Binali Yıldırım’ı İstanbul’dan aday göstermek hataların en büyüğüydü. Yıldırım yaşlı ve yorgundu. Başarılı ilçe belediye başkanlarından veya kamuoyunun pek tanımadığı iyi eğitimli genç AKP’lilerden biri aday yapılsa seçimi AKP kazanabilirdi. Yıldırım’ı aday göstermenin tek açıklaması türlü çeşit başçavuş kaprisi arasında denge aramak olabilirdi.

Ankara’ya, siyasetsiz AKP seçmeninin her nedense ve taassupla küçümsediği Kayseri’den bir aday koymak da aynı oranda hatalıydı. Özhaseki ağzıyla kuş tutsa, seçim sonucunda etkili olacak oranda kişideki bu hissi aşamazdı. Gökçek’in yerine emanetçi gelen Mustafa Tuna aday gösterilse Özhaseki’nin kaybettiği kritik 2-3 puanı koruyabilirdi ama belli ki Tuna başçavuşların uzlaştığı bir isim değildi.

Bir ithal aday da İzmir’e geldi ve koca İzmir’de bir kişiyi bulamayan AKP, İzmirlinin Ankaralılara benzer biçimde küçümsediği bir kentin belediye başkanını aday gösterdi. Bu hatalar il ve ilçeler bazında çok yerde tekrarlandı. MHP ile koalisyon da çoğu yerde yarar yerine zarar getirdi. Yerel seçimde koalisyon fikri belki en baştan hatalıydı

AKP’nin yerel ve ulusal reklamlarını da keyifle izledim. Kendilerinin tükettiği yetmezmiş gibi, devlet bankalarının da tepe tepe tükettiği aşırı pahalı ve aynı oranda bayık reklamlar tek bir vatandaşı ikna edememiş olabilir. AKP’nin yaptığı iletişim “AKP’nin yapmasını beklenen” iletişimdi, ters köşe içermiyordu. Doksanlardaki Refah Partisi reklamları veya “birahanelere ziyarete giden Erdoğan” miti gibi farklı, şaşırtıcı hiçbir şey üretemediler. Yönetimin genç kuşağa (başçavuşlara) geçtiği belliydi ama bu geçişin “heyecanı meyacanı” yoktu.

Özhaseki’nin Ankara kampanyası kafa karışıklığının görsel şöleni gibiydi. Neredeyse her hafta bambaşka grafik dilde, bambaşka sloganlara sahip ilanlar ürettiler. Sonsuz paralarıyla Ankara’nın her duvarına bu karmaşayı astılar. Çünkü panik halindeydiler ve muhtemelen her hafta ekip değiştiriyorlardı. Bu arada Yavaş’ın kampanyası beyaz fonda tek bir sloganla devam etti: “Mansur, bereket ve huzur”.

Başçavuşların kendilerini en çok gösterdikleri yer 31 Mart sonrası İstanbul oldu. Seçimi İmamoğlu kazandığı halde her yere asılan Erdoğan ve Yıldırım’lı “Teşekkürler İstanbul” ilanları domateslerin bile yüzünü kızarttı. Büyükçekmece’de hayatında polisle konuşmamış sıradan insanların evlerine baskınlar yapıldı. Seçimin tekrarlanması AKP tarihinin en yanlış kararı oldu ve bu noktadan sonra kamyonun frenleri patladı. Milyonların oy verdiği İmamoğlu’nu kıçı kırık bir VIP salonuna sokmamak, onu ailesinin yanında küçük düşürmeye çalışmak gibi siyasal başçavuşlara özgü onlarca hata, tarihi farkı yarattı.

AKP uzun süre Erdoğan ve onun yanındaki kurucu kadronun “ekip görüntüsü”yle yükselmişti. O ekipten geriye kimse kalmadı. Şu an Erdoğan’ın çevresinde, Erdoğan seçmese büyük çoğunluğu bakkal çırağı bile olamayacak bir kadro var. Arada düzgün birkaç kişi anca çıkar. Köşe başlarını vasıfları ve kabalıkları ters orantılı tipik şirket başçavuşları tutuyor, hepsi hırslı, hepsi birbirine düşman ve hepsinin kafasında ayrı bir “Erdoğan modeli” var. AKP makam odası mobilyaları eskimiş bir KOBİ’ye benziyor. Mobilya değiştirecek para var ama buna teşebbüs edebilecek yönetici yok.

Öyle görünüyor ki, yaklaşan seçimin sonucunu iktidar değil muhalefet belirleyecek. Bu seçim ancak muhalefet hata yaparsa kaybedilecek. Et tekraru ahsen, velev kane yüz seksen diyerek bir kez daha yazayım: Muhalefetin AKP’ye oy veren milyonlarca işçi, emekçi, kent yoksulu vatandaşı sevdiğini ve onlara umut olduğunu hep hissettirmesi; batan kayığın kayıkçılarıyla hiçbir kavgaya girmemesi; AKP’nin sözlerini yansıtıp (“Bay Kemal” gibi) takipçi duruma düşmemesi gerekli... Ayrıca her şey yöneticilerden beklenmemeli, tüm muhalif seçmenler davranışlarına dikkat etmeli. Türkiye’nin sorunları, o sorunları çözme potansiyeli kadar büyük değil; moral bozmaya, yürek karartmaya gerek yok.

Güncel olaylar da gösteriyor ki, AKP yerel seçimdeki performansından zerre ders çıkartmamış. Hatalarla dolu kariyerlerine rağmen, goygoycu başçavuşlar göreve aynen devam ediyorlar. Bu kadro yaklaşan seçimde yine çok saçmalayacak ve bilmeyerek (belki de bilerek) rakiplerine hizmet edecek gibi görünüyor.

Seçim ne zaman yapılır bilmiyorum ama bu veri durumda, ne zaman yapılırsa yapılsın, ertesi gün bahar.