“Seçmen ekonomik bunalımın faturasını kesti.” Peki, 10 ay önce neden kesmedi? Ülke ekonomisi 2015’ten beri baş aşağı gidiyor, her yıl daha fakirleşiyoruz. Fatura seçmenin aklına neden şimdi geldi? 28 Mayıs ile 31 Mart arasında neler aynıydı, farklı olanlar nelerdi?

“Hezimet”ten sonra gelen “selamet”: Sonuç ikinci bahar

Konu ister kimya olsun ister sosyoloji çok etkenli durumlarda değişimin nedenini bulmak için “ceteris paribus” diye adlandırılan bir yöntem kullanılır. Basitçe, her iki durumda aynı olan etkenleri ayırıp, farklılaşan etkenlere göre tahlil yapmaya çalışırsın.

“Seçmen ekonomik bunalımın faturasını kesti”… Peki, 10 ay önce neden kesmedi? Ülke ekonomisi 2015’ten beri baş aşağı gidiyor, her yıl daha fakirleşiyoruz. Fatura seçmenin aklına neden şimdi geldi?

28 MAYIS İLE 31 MART SEÇİMLERİNDE NELER AYNIYDI?

İki seçim arasında sadece 10 ay var. AKP-CHP rekabeti aynıydı, ekonominin berbat hali aynıydı; işçi, emekçi, memur, emekli milyonlarca vatandaş, aynen bugün olduğu gibi yoksulluk içindeydi. İYİ Parti ve DEM seçmeninin ağırlıkla kentte yaşayan ve birbirlerinin farkında akıllı başlı insanlar olduğu gerçeği aynıydı, seçmen aynıydı.

28 MAYIS İLE 31 MART ARASINDA FARKLI OLANLAR DURUMLAR NEYDİ?

1 - Bu kez yerel seçim yapıldı ve her seçmen kendi seçim bölgesinde kendi belediye başkanını seçti. Yani belediye başkanlarının olumlu bir etkisi olmalı.

2 - Kılıçdaroğlu gitti ve yerine Özel geldi. Yani Kılıçdaroğlu’nun olumsuz, Özel’in olumlu bir etkisi olmalı.

Böyle düşününce “emeklilerin isyanı” gibi açıklamalar etkisini biraz kaybediyor. Emekliler kuşkusuz eziliyor ve kuşkusuz öfkeliler. Ama 28 Mayıs’ta veya öncesinde de emekliler bal börekle yaşamıyordu. Son dört yılın hiper enflasyonu onları da vurmuştu. Emekliler zaten eziliyordu. Bu seçimde ne olmuştu da geçmişte AKP’ye oy veren emekliler, CHP adayına oy vererek veya sandığa gitmeyerek AKP’yi cezalandırmıştı? Geçmişte onları AKP’de tutan, bu seçimde tutmayan neydi? Kılıçdaroğlu’na mı elleri gitmiyordu? Özel’i mi sevmişlerdi? Yoksa İmamoğlu ve diğer yeni başkanların performansları mı etkili olmuştu? Son anda, son darbeyi vuran neydi? Muhtemelen hepsi.

Karşılaştırmayı 2019 ve 2024 arasında yapınca daha net konuşabiliriz. Çünkü bu iki seçim arasında 5 koca yıl geçti.

2019 ile 2024 yerel seçimleri arasındaki farka da bakalım:

1 - 2019’da adaylar vardı, şimdi muzaffer ve örnek başkanlar var. 2019’da CHP’nin Yılmaz Büyükerşen dışında, il bazında bir tek başarı örneği yoktu. 2019’dan sonra, özellikle AKP / MHP’den alınan ve Türkiye’nin en büyük 10 kenti içinde olan İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve Mersin’deki başarılar, sadece o kentlerde yaşayanlara değil, ülke geneli seçmene “bunlar iş yapabilir” mesajı verdi.

2 - 5 yıl ekonomik karşılaştırma yapmak için ideal bir süre. Ekonomik darboğaz bu sürede toplumu çok yoksullaştırdı. Kişi başı milli gelir dolar bazında reelde yarıya düştü. Türkiye yıllık %100 enflasyonla dört yıl geçirdi. İki yerel seçimi kıyaslarsak, ekonomik çöküşün etkisi büyük.

3 - Kılıçdaroğlu gitti ve yerine Özel geldi.

İKİ YEREL SEÇİMİN BENZER YANI NEYDİ?

Her ikisinde de “martın sonu bahar” olmuştu. Her iki seçim de CHP adına zaferdi. 2024’e “1977’den beri CHP’nin ilk zaferi” denmesi doğru değil. İlk zafer 2019’da yaşanmıştı.

2019 ilkbahar, 2024 “ikinci bahar”dı.… Her iki seçimde de CHP başarılı oldu. İlk seçimde İstanbul alındı. Tek başına bu bile yeter. Üstüne Ankara alındı, Antalya, Adana, Mersin alındı. İlk seçimde “şans verilen” yeni isimler, 2024’te “başarı kanıtlarına” dönüştüler.

Erdoğan ve şürekasının en büyük hatalarından biri, bu seçim başarısını “tesadüfi” olarak görmeleri, küçümsemeleriydi. Haziran’da İstanbul’da ezildiler, bunu da “tepki”ye bağladılar. İstanbul onlara aitti, Ankara onlara aitti… Seçmen bir hata yapmış, punduna gelmişti… İmamoğlu ve Yavaş öyle berbat belediyecelik yapacaklardı ki, bir sonraki seçimde İstanbul ve Ankara açık ara farkla AK Parti’ye dönecekti… Olmadı. AKP eliti, altlarından kayan sosyolojik zemini görmedi. Burunları o kadar havadaydı ki zemini görmeleri zaten mümkün değildi.

‘İYİ DE KILIÇDAROĞLU’

Söz konusu CHP’ye bakışsa, yıllardan beri kalıplaşmış üç tip seçmen gözlemliyoruz:

1 - Ağzıyla kuş tutsa bile Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye oy vermeyecek seçmen. Anadolu’nun birçok kentinde bu seçmenin ağırlığı var. Geçtiğimiz yerel seçimde Mansur Yavaş’ın aldığı oya 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu’nu destekleyen partilerin oylarını eklersek yaklaşık 64 puana ulaşıyoruz. Oysa daha 10 ay önce yapılan referandumda Ankara’da Kılıçdaroğlu’na evet diyenler 51 puandı. Aradaki 13 puan farkın önemli kısmı, işte bu kategoriye giriyor.

2 - “Genel Başkan kim olursa olsun umrumda değil, ben Atatürkçüyüm ve oyumu CHP’ye vereceğim” diyen seçmenler. Bu seçmen tipi de her yerde var ama özellikle büyükşehirlerin merkezlerinde ve Ege sahillerinde çoğalıyorlar.

3 - “İyi de Kılıçdaroğlu’na mı oy vereceğiz?” diyenler… İşte bu kesim için yıllardır kitaplar yazıyor, bu kesimi hedefleyerek seçim kampanyaları yapıyorum.

“Tamam iyi diyorsun da, Kılıçdaroğlu’na oy veremem” diyen bu kitlenin oyu %25’lerde. Sürprizli seçim sonuçlarının arkasında hep bu insanlar var.

İlk iki maddedeki seçmen buzdan tuğlalar gibi, onlardan parça kopartmak, kararlarını değiştirmek kolay değil. Ama üçüncü maddedeki seçmen, doğru aday ve doğru söylem karşısında oy kararını değiştirebiliyor.

Peki bu insanlar neden Kılıçdaroğlu’na oy vermiyorlar?

MEZHEP O KADAR ÖNEMLİ Mİ?

Türkiye’de mezhebe göre insan seçecek yobazlıkta bir kesim var ama bunlar sandığımızdan çok daha az.

Oy kararını değiştirebilen üçüncü maddedeki seçmen içinse, Kılıçdaroğlu’nun Alevi veya Sünni olması çok önemli değil.

Burada konuştuğumuz “tipik”, “klişe” veya “çekirdek” AKP seçmeni değil. Kılıçdaroğlu’na mezhepten ötürü oy vermeyecek bir seçmen kitlesi varsa da, bu kitlenin büyük oranda korunduğunu ve yine oy vermediğini düşünüyorum. Yani oy vererek veya sandığa gitmeyerek seçim sonuçlarını değiştiren kitle için mezhep konusu sanıldığından çok daha az önemli olmalı.

Birçok seçim kampanyası ve kalitatif araştırma deneyimiyle söyleyebilirim ki, bu tip konular genellikle başarısızlığın nedeni değil, mazeretidir.

“Eğitim seviyem düşük olduğu için ünlü olamıyorum.” Hayır, eğitim seviyesi düşük çok sayıda şöhret var.

“Fiziksel özelliklerim nedeniyle başarısız oldum.” Hayır, senin özelliklerinde başarılı olan birçok kişi var.

“Mezhebim nedeniyle seçimi kazanamadım.” Hayır seçmen çoğu zaman kimin ne mezhepte olduğunu bilmez bile. Bu tip konular ortada açıklanamayan bir başarı veya başarısızlık varsa gerekçe olarak keşfedilir.

Eğitim, görünüm, doğduğun kent, etnik kimlik gibi konuların önemsiz veye etkisiz olduğunu söyleyemem ama her ne örnek verirseniz verin, o konuda bu engelleri aşmış sayısız başarılı örnek bulursunuz.

Kılıçdaroğlu’nun siyasetsiz seçmenin gözünden düşmesi, yürüyen merdivene tersten girdiği ve aday olduğu kentte oy kullanamayacağı ortaya çıktığı 2009’lardan başlıyor. Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinin çoğu, “siyasetsiz seçmen”i iten ve korkutan “hesap soracağız” söylemleri.

Kılıçdaroğlu, 10 yıldan uzun süredir, Erdoğan’la küs. Sine-i millete dönmüyor, seçim sonuçlarını reddetmiyor ama reddetmediği cumhurbaşkanlığı makamını tanımıyor. CHP seçmeni belki bu konuyu çok önemsemiyor ama bu durum “siyasetsiz seçmen”e aynı yankıyı vermiyor.

Erdoğan Kılıçdaroğlu’na “memur” derdi. Bu sözcüğü, “İş bilmez, halden anlamaz, halktan kopuk” anlamında kullanırdı. Tüm bunların üstüne defalarca yenilmiş olmasına rağmen, ısrarla seçimlere girmesi de onun siyasetsiz seçmen gözünde itibarını minimum seviyeye indirmişti.

İNDİRGEMECİLİK ÖZEL’E HAKSIZLIK

Kılıçdaroğlu imajıyla ilgili genel sorunları görmezden gelip sadece mezhep konusunu öne çıkartmanın Özgür Özel’e de haksızlık olduğunu düşünüyorum. İki genel başkan arasında tek fark mezhep ve etnik kökense, Özel doğuştan elde ettiği nitelikler dışında hiçbir şeye sahip değil gibi görünür.

Kim olduğunu iyi bilen sempatik bir insansanız, eğitiminizi, mezhebinizi, dine bakışınızı hatta cinsel yöneliminizi çoğu kimse umursamaz.

Bu seçim Hatay Defne’de Sol Parti adayı olan arkadaşımız Serbay telefonda: “Ateş Abi, radikal sevginin ne olduğunu bu kampanyada daha iyi anladım. Faşist dediğimiz insanlar bile selam verildiğinde alıyor ve evine buyur ediyor” dedi. Böyle bir dünyada, böyle bir ülkede yaşıyoruz. Tatlı dil sanıldığından daha önemli.

Özgür Özel’in, yeni olmak, mahalle çocuğu olmak gibi olumlu nitelikleri var. Üstelik “fiş kesmesini biliyor” ve “maaş ödemiş…” Eczacılık, esnaflıkla “okumuşluk” arasındaki çizginin tam ortasında yer alan ilginç bir meslek.

Bir de “Özgür Özel sevgi dilini kullandı” diyenler var. Kılıçdaroğlu da kullandı. Söze gelince Kılıçdaroğlu da her zaman bütünleştirici oldu. Söylem konusunda Özel ve Kılıçdaroğlu’nun farkı burada değil.

Özel, Genel Başkan olduktan sonra “Beşli çete, hepsini yargılayacağız” vs söylemleri neredeyse hiç kullanmadı. Erdoğan’a odaklanmadı. Ben bu satırları yazarken Özgür Özel, “Cumhurbaşkanının bayramını tebrik edeceğim” dedi. Kişiye saygı duymayabilirsin ama reddetmediğin makamı görmezden gelme lüksün yok. Kılıçdaroğlu ile Özel’in siyasetsiz seçmen gözünde farkı bu sularda.

86 Dünya Kupası’nda Maradona İngiltere’ye eliyle gol attı. Tüm dünyanın gördüğü açık penaltıyı hakemler görmedi. Sonra bu gol “Tanrı’nın eli ile atılan gol” olarak tarihe geçti. Kılıçdaroğlu bir kez başarsa Selim Türkhanlar her şeyi unutup onu baştacı edebilirdi. “Tanrı’nın eli” Kemal Bey’e hiç dokunmadı. Hep doğruyu konuşan bir insanın bu eğri çağda şansı bu kadardı belki de.

AKP’nin sinsi stratejisi, Kılıçdaroğlu ile Özel’i karşı karşıya getirmeye çabalamak oldu. Neyse ki ne Kılıçdaroğlu, ne de Özel böyle tuzaklara düşmedi.

Ayırca Özel, Kılıçdaroğlu’nun her zaman yaptığı gibi (danışman arkadaşları kırmamak için) bir konuşmada kırk konuya da girmedi. Her yerde hep aynı cümleleri kurdu, söylemi dağıtmadı. Bir siyasal kitabımda epigraf yapacak kadar önemsediğim “Et-tekrârü ahsen velev kâne yüz seksen’’ tekerlemesini aklından hiç çıkarmadı.

Böyle olunca, Türkiye genelindeki Selim Türkhan’ların bir kısmı CHP adaylarına oy verme kararı ve bir kısmı da sandığa gitmeme kararı aldı.

Yarın: “İmamoğlu CB, Konya CHP”