Bataklık metaforu kazananı olmayan savaşlar için de kullanılır. Girdin mi çıkamazsın oradan. Geçen hafta “23 Haziran’da da yine çamura yatabilirler, seçim çalışması çamuru kurutma çalışması olmalı” demiştim, lakin gidişata bakılırsa çamur demek yetmiyor. Seçimi tekrarlatarak muhalefeti bir bataklığa mı çekmeye çalışıyorlar? Bu durumda, onların hayat bulduğu bataklığa girmeyi kabul etmeyeceksin, bataklığı kurutacaksın. Vikipedi’de şöyle deniyor: […]

Bataklık metaforu kazananı olmayan savaşlar için de kullanılır. Girdin mi çıkamazsın oradan.

Geçen hafta “23 Haziran’da da yine çamura yatabilirler, seçim çalışması çamuru kurutma çalışması olmalı” demiştim, lakin gidişata bakılırsa çamur demek yetmiyor.

Seçimi tekrarlatarak muhalefeti bir bataklığa mı çekmeye çalışıyorlar? Bu durumda, onların hayat bulduğu bataklığa girmeyi kabul etmeyeceksin, bataklığı kurutacaksın.

Vikipedi’de şöyle deniyor: “Bataklık üstüne basıldığında ya da bir ağırlık geldiğinde içine batabilen, rutubetli ve çamurlaşmış toprak alanlara denir.” Yutuyor yani. 17 yıldır yaptıkları farklı mı? Ve bataklıklar hastalık kaynağıdır. 17 yıllık bir illetten muzdarip değil miyiz?

Ve yine Vikipedi (adeta 23 Haziran’a atıfta bulunurcasına!) aynen şöyle ilave ediyor: “Yerel yönetimler bataklıkları kurutma çalışmaları yaparlar.”

Anladık mı şimdi yerel yönetimlerin hayati önemini!

Şunu da ben ilave edeyim: 1950 yılında bataklıkların kurutulması ile ilgili kanun yayınlanmış ve bataklıkların kurutulması teşvik edilmiştir: Vatandaş bir bataklığı kuruttuğunda arazi kendisine verilecek, tapusuna sahip olacaktır!

İşte bu yüzden, kurutulmasın, tapusu vatandaşın olmasın diye, kendi belediye bataklıklarına dipten, derinden su pompalıyorlar, derin devlet pompasıyla! Çeteler, tarikatlar filan değil sadece, iplerini kimin tuttuğunu bildiğimiz sivil faşist güçler de sahne alıyor. Linç yapıyorlar, gazeteci dövüyorlar ve bu saldırıları tırmandırıyorlar.

İçişleri Bakanı “biz yapmadık ki onlar yaptı” diyebilmek için “DEAŞ şu sıralar Türkiye’de çok hareketli” diye konuşmaya başladı bile. Muhalifleri bataklığa çekmek istedikleri o kadar aşikâr ki.

Bataklıkta ve batırmakta kimse yarışamıyor bunlarla. Başta ekonomi, evet her şeyi batırdılar. Ahlakı, iyi güzel olan her şeyi batırdılar, kirlettiler. İşsizliğe mahkûm ettikleri gençliğin önemli bir kesimini batırdılar, mahvettiler.

İstanbul adaylarının 32 gemisi, Reislerinin ‘gemicikleri’ batmasın diye, hepimiz aynı gemideyiz diye diye, batan geminin, batırdıkları memleket gemisinin mallarını satma telaşındalar.

Olağanüstü bir konjonktürde yaşıyoruz. 23 Haziran’ın tek anlamı konjonktürün öne çıkardığı Süpermen İmamoğlu değil, artık bataklıktan kesinlikle kurtulma arzusunun paylaşılmasıdır.

Olağanüstü konjonktürün dış boyutu da var. Bu seçimlerde iki seçmen daha oy kullanacak: Trump ve Putin. Yani İstanbul seçimi ile ABD’den S-400 tehdidi, İran krizi, Suriye’de Kürtler ve İdlib’de Rusya, hep iç içe geçmiş haldeler.

Bakın işte bir süredir ‘üst akıl’ lafı edilmez oldu. Zaten üst akıl dedikleriyle de akıl ve zekâyla değil basit bir kurnazlıkla baş etmeye çalışıyorlar. Çünkü Saray’ın bir seçimi daha var: Hem Putin’i hem Trump’ı idare etme kurnazlığının sonuna yaklaşıyor ve o konuda mecburen bir seçim yapacak. Demek ki İstanbul seçimini belirleyecek olan önemli bir faktör de Saray’ın bu seçimi sayılmalı. Hem Trump ve Putin ikilisinden birini seçecek, hem de ikisinden biri tarafından seçilecek. Veya terk edilerek, tecrit edilmiş bir rejimin başında kalabilmeyi seçecek. Putin veya Trump ise bataklığı niye kurutmak istesin ki!

Çare bellidir. Bataklığın içinde kalmayı ve orada hareket etmeyi seçersen daha da batarsın, kurtulamazsın.

Yani? Basit bir seçim var önümüzde: Bataklıkta kalıp batmak veya bataklığa girmeden kurutmak.