16 Nisan’da ‘Hayır’ın kazanımı, sayısal olmanın ötesinde politik ve sosyolojik bir anlam taşıyor. CHP’nin de içinde yer aldığı geniş ‘Hayır’ blokunun “YSK kararlarını tanımıyoruz” dediği bir ortamda, Deniz Baykal’ın “Yüzde 49’un adayı Abdullah Gül olabilir” derinliğindeki açıklaması, kimi kesimlerin şimdiden aday arayışına girişimi, sürmekte olan ‘Hayır’ mücadelesinin meşruluğuna gölge düşürmek ve önünü kesmeye yöneliktir.

Baykal’ın açıklamasında birkaç sorun var; öncelikle yüzde 49, Baykal’a ya da CHP’ye ait değildir! İki; yüzde 49’un iradesine hükmetmek ve onun adına karar verme hakkı da Baykal’a ait değildir. 80 yaşına gelmiş birinin, artık 90 Kuşağı’nın geleceğini belirleme hakkını kendisinde görme hırsı ise, artık siyasal olmanın ötesinde patolojik bir vakadır. Ve hak gasplarına girer.

Yüzde 49’un sözcüsü ‘Hayır’lı halkın kendisidir. O halk sözünü sandıktan sonra, sokakta söylemeye devam ediyor. Milyonlarca ‘Hayır’lı insan, daha geçtiğimiz 1 Mayıs’ta sözünü söylemeye devam ederken, Baykal’ın halkın, bu hak ve söz hakkını gasp ederek meşrulaştırmaya çalışması siyasi etikle de bağdaşmaz.

12 yılda 4 seçim kaybetmiş, CHP’yi sağcılaştırmış ve bazı dönemlerde Erdoğan ve Saray politikalarını destekleyen Baykal’ın hiçbir koşulda tayin edici olamaz.

‘Hayır’ mücadelesinin hedefinde olan Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve laiklik mücadelesi, Baykal’ın ilgi alanı olmamıştır. Onun ilgi alanı müptelası olduğu koltuktur!

Başkanlık ve koltuk derdi, referandumun toplumsal ve siyasal sonuçları okumaktan acizliktir ve AKP’nin tek adam dayalı rejimine ‘Evet’ çağrısını meşrulaştırmaktır. Daha bitmemiş olan ‘Hayır’ı itibarsızlaştırmaktır.
Benim değerlendirmem şu: Sağın aklına ve muhafazakârlığın ruhuna teslim olmuş, CHP’den sosyal demokrat parti ve Baykal’dan da solcu olmaz!

CHP merkez sağa yanaşan ve merkez sağa aday olan bir siyaset eksenine oturmuştur. Sağa, hatta AKP’ye karşı bile uzlaşmacı dil kullanan CHP, tuhaf bir şekilde parti içinde ve dışındaki sola karşı sert bir dil kullanmaya başladı.

CHP’de yaşanan şu iç tartışmalara bakın. AKP’ye karşı muhalefetinde uzlaşmacı siyaset tarzını benimseyen CHP, söz konusu Fikri Sağlar ve Selin Sayek Böke olunca, çatışmacı ve disiplin siyasetine sarılıyor.
Referandum sonrası CHP’ye dair içte ve dıştaki tartışmaların merkezinde siyasetsizlik, ama kişilerin koltuk ve hizip kavgası var.

CHP’yi “sosyal demokrat parti” olarak görenler, “CHP sağa kaymıştır” diye tanımlayanlar ve partiyi “sola çekmek” isteyen “devrimci CHP’liler” aynı parti çatısı altında yıllardır seçimlerin sonuçlarını ve CHP için gelecek yol haritasını tartışır gibi görünür.

Oysa tartıştıkları zeminde sol siyaset yok, bir yol haritası da yok. Sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine dayalı bir politik vizyon mu? O da yok!

Hepsi tek yol haritasına kilitlenmişler. 12. kattaki CHP Genel Başkanlığı koltuğuna giden yolun haritası.

CHP’nin sorunu sol siyasetsizliktir, parti içinde ve parti dışındaki dünyaya anlatacağı bütünlüklü bir sosyal demokrat siyaset hikayesinin olmayışıdır. Sosyal demokrat siyasetsizliği ve siyasal hikâyesizliklerini gizleyen kravatları ve koyu renkli kıyafetleriyle meşgul olanlar, şark usulü kurnazlık ve kongre siyaseti ile meşguller.

Toplumsal uyanışa vesile olacak büyük bir sol hikâye yerine, her gün farklı pragmatist masallarla Türkiye’yi oyalamaya çalışıyorlar.

Sol hikayesi olmayan CHP, sağın fikir, kadro artıklarından ve siyasal İslam’ın ideolojik ve kadro artıklarından beslenerek, solun ve sosyal demokratların siyasi davasını toplumsallaştıramaz.

CHP, siyaseti toplumsallaştırmayı, toplumu siyasallaştırmayı hedefleyen bir örgütlenme anlayışı ve modeli yerine, adeta milletvekili, Belediye Başkanı, Meclis üyeleri, İl ve ilçe yöneticileri üreten delege fabrikasına dönüşmüştür. Dolaysıyla CHP kendi iç iktidar ve koltuk kavgalarından zaman bulup, sokakta mücadele etmeye zaman bulamıyorlar.

Unutmayalım ki, politikayı kravatlı meslek, siyaseti de önünde yaka iliklenmesi, protokolde ön sırada oturması gereken kadroların sorumluluğunda görenler CHP’yi yönettikçe, CHP içinde koltuk yarışına girdikçe, CHP’nin siyasal hikayesini sağın ideolojik artıkları ile siyasal İslam’ın teolojik artıklarından harmanladıkça, CHP’den sol ve sosyal demokrat parti, yöneticilerinden de solcu yaratamaz. Bu dipsiz kuyudan su çekmeye benzer.

Mesleği CHP’de siyasetçi olanlar, statü, koltuk, makam ve mekan sahibi olma derdindeyken, CHP tabanı ülkenin laiklik, demokrasi, barış, emek, özgürlük ve insan haklarına dayalı cumhuriyet derdindedir.

Yani CHP ve yöneticileri/milletvekilleri ile halk arasında sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini toplumsallaştıracak bir siyasi köprü yok. Kendi statülerini korumaya ya da yenisini yaratmaya endeksli menfaat ve istismar ilişkisi vardır. CHP bu nedenle iç çatışmalardan kurtulmuyor.

Oysa çözüm var; Siyaseti toplumsallaştırmanın yolu, koltuk ve statü için değil halkın yaşam alanında sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini, ülkede ve siyasette ise laik düzeni kurmaktır.