“Biz bu millete efendi olmaya geldik, hizmetkâr olmaya değil.” İnternet sitelerinde “Cumhurbaşkanından çok önemli açıklamalar” kategorisinde yer alan bu cümle 6 Mart 2019 tarihinde Malatya Mitinginde canlı yayında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı tarafından söylendi. Tabii hemen “Hizmetkâr olmaya geldik” diye düzeltti. Ama söz ağızdan bir kere çıkar. Peki, 20 Ekim 2012 tarihinde Başbakan ve […]

“Biz bu millete efendi olmaya geldik, hizmetkâr olmaya değil.”

İnternet sitelerinde “Cumhurbaşkanından çok önemli açıklamalar” kategorisinde yer alan bu cümle 6 Mart 2019 tarihinde Malatya Mitinginde canlı yayında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı tarafından söylendi. Tabii hemen “Hizmetkâr olmaya geldik” diye düzeltti. Ama söz ağızdan bir kere çıkar.

Peki, 20 Ekim 2012 tarihinde Başbakan ve AKP Genel Başkanı Elazığ’da Havalimanı yeni terminal binası açılış töreninde ne demişti?

“Türkiye’de herhangi bir hak mücadelesine şiddetle karşı çıkan bir hükümet var.”

Televizyonlardan aynen dinlemiştik bu sözleri de, baktım Hürriyet sitesinde hâlâ duruyor (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogan-siddetin-silahin-onu-kapanmistir-21741793)

Şimdi iki cümleye de “dil sürçmesi, sürçülisan, lapsus linguae” diyeceklerdir.

Bu tür durumlarda Freud’un, dil sürçmesiyle, ‘başka’ içgüdüler yanı sıra o kişinin saldırganlığını da dışa vurduğunu söylediğini, dil sürçmelerinin aslında bilinçaltının tezahürleri olduğunu ve dahası, dili sürçen kişinin, söyleyiverdiği o kelamla, aslında söylemek üzere olduğuyla ilgili bastırılmış bazı duygularını da ağzından kaçırdığını; kısacası psikanalizin dil sürçmesini aynen böyle açıkladığını hep hatırlatmıştık, şimdi de hatırlatabiliriz ve geçebiliriz.

Ama geçemiyoruz işte, çünkü öyle böyle değil, “Türkiye’de herhangi bir hak mücadelesine şiddetle karşı çıkan bir hükümet var!” dedikten yedi yıl sonra pekâlâ devamını getirmiş de sayılabilir.

“Türkiye’de herhangi bir hak mücadelesine şiddetle karşı çıkan bir hükümet var.” Neden? Çünkü “Biz bu millete efendi olmaya geldik, hizmetkâr olmaya değil.” Çünkü hizmetkârın efendisi karşısında herhangi bir hak talebi olamaz.

Bu iki veciz ve tarihi sözü tane tane, kelime kelime algılamaya çalışalım şimdi:

Birinci cümlede, olay ‘Türkiye’de’ geçiyor. Kesinlikle. İkincisi, ‘şu’ hak mücadelesine ya da ‘bu’ hak mücadelesine değil, ‘herhangi’ bir hak mücadelesine karşı çıkanlar var. Eh olabilir. Üçüncü olarak, hemen sormak lazım: Kim karşı çıkıyor? ‘Hükümet’ karşı çıkıyor. İlla ki, sömürülmeme, eşitlik hakkı, düşünce, örgütlenme özgürlüğü hakkı gibi ‘haklar’ için mücadele edenlere mi? Yoo, sadece bunlar da değil, ‘herhangi’ bir hak mücadelesini verenler söz konusu olduğunda… Peki, nasıl karşı çıkıyor? Nasihat mi ediyor, işaret parmağını sallayıp “hımm, yapma işte!” diye uyarıyor mu? İşte burada dördüncü boyuttayız: Herhangi bir hak mücadelesi verdiğiniz zaman, ‘hükümet’, azarlayarak, nasihat ederek değil, ‘şiddetle’ karşı çıkıyor.

Bugüne dek AKP hükümeti ne yapmıştı ve ne yapıyor, herhangi bir hak mücadelesi verenlere? Tabii ki şiddet kullanmıştı! Ve ayrıca ve bilhassa Efendi’nin hizmetkârına şiddet kullanma hakkı vardır. Efendi hizmetkârına ne yaparsa onu yapıyor işte 17 yıldır.

Neden? Çünkü kendisi de yedi yıl sonra cevaplıyor: “Biz bu millete efendi olmaya geldik, hizmetkâr olmaya değil.”

İspat mı istiyorsunuz? Gezi İddianamesi. Tüm iddiaların özeti olan Giriş bölümü, Gezi’nin amacını Efendi’yi yıpratmak olarak tarif ediyor.

Öyleyse ikinci cümleyi de kelime kelime analiz edersek, olay yine Türkiye’de geçiyor. Kim millete efendi olmaya gelmiş? Onlar. Ne olmayacaklarmış? Hizmetkâr. Millet kime hizmetkâr olacakmış? Efendi olanlara. Efendi olanlar kimlermiş? Onlar. Onlar kim? Efendiler. Nerede oturuyorlar? Saraylarda.

Ve son sorular: Efendilerin efendisi kim? Beyefendi. Beyefendi kim? Tek Efendi.

İşte bu Beyefendi, Tek Efendi de çok ama çok önemli son açıklamasında ne diyordu?

“Biz bu millete efendi olmaya geldik, hizmetkâr olmaya değil.”

Bu da mı lapsus linguae?