Alevi toplulukların tarihsel ve kültürel sürekliliğinde Ocakların çok önemli bir işlev üstlendikleri bilinmektedir. Geleneğin ifadesiyle pir-talip dünyası Aleviler içindeki yatay-dikey tüm ilişkilerin toplandığı, anlamlandırıldığı ve üretildiği bir büyük alandır. Bu yüzden Ocaklar, Aleviliğin tarihi sürecine damgasını vurmuştur. Bugün de geleneğin sürdürülmesinde en önemli görev yine Ocak mensuplarına düşmekte ve Ocaklar, bu sosyalitenin omurgasını oluşturmaktadırlar. Konuya dair araştırmalarda ifade edildiği gibi farklı coğrafyalara dağılan onlarca Alevi Ocağı bulunmaktadır ve aralarındaki ilişkiler, sanıldığı gibi hiyerarşik olmaktan çok yataydır.

***

Alevi Ocakları, geleneklerine uygun olarak cana kıymak başta olmak üzere, şiddetten uzak inanç kurumlarıdır. Hemen tüm meselelerini konuşarak çözmeyi denemişlerdir. Toplumsal kabul almış olmaları bununla da ilgilidir. Ne var ki bu toplumsal kabul hemen her dönem iktidarlar için bir sorun olarak tarif edilmiş ve Ocaklar, tasfiye edilmesi gereken kurumlar olarak ilgili raporlarda yer almışlardır. Alevi Ocakları zaman içinde ilgili resmi raporlara uygun olarak hem yasaklanmış hem de doğrudan şiddete ve katliamlara maruz kalmışlardır.

Ağuçan Ocağı onlardan birisidir ve türbesi Hozat ilçesi Bargini Köyü’ndedir. Alevi toplulukları içinde yaygın şekilde dağılmış olan Ocak, Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de işlevlerini yasaklanmış ortamlarda yerine getirmiş fakat sistemin takibinden kurtulamamıştı. 1938 Ağustos’unda Ocak mensubu iki aileden 24 kişi, Ağuçan türbesinin de bulunduğu Bargini köyünden alınıp üç-dört km. mesafede Seka Sure’de bir samanlıkta yakılarak öldürülmüşlerdi. Baran ve Canan (ailenin bir kısmının soyadı Cenan) ailelerine mensup Pirler, çocukları ve torunları evlerinden alınıp Seka Sure yönüne götürüldüklerine tanık olan 1923 doğumlu Sultan Ay, Hasan Canan’ın ‘Ali Muhammet’in yolunda gidiyoruz’ diye ses verdiğini duymuştu. Başka tanıklar da vardı Bargini’den ve anlatılara göre katliamın dumanları çevreden izlenmişti.

Katledilen pirlerden 1894 doğumlu Hasan Canan aynı zamanda köyün muhtarıydı. Sistem, yetki, görev ve mühür verdiği kişiyi de ortadan kaldırmıştı, sorgusuz, yargısız. Hasan Canan’ın 4, 7 ve 15 yaşlarındaki üç kızı da öldürülenler arasındaydı. Katledilen 1875 doğumlu Ağuçan Piri Turabi Baran’ın eski tip nüfus cüzdanında ‘dini’ kısmında İslam, ‘Mezhebi’ kısmında Alevi yazıyordu. Onun da 5 ve 7 yaşlarında iki torunu öldürülenler arasındaydı. Katliamdan, o anda köyde olmadıkları için kurtulan Turabi Baran’ın en büyüğü 19 yaşında olan dört çocuğu; Ahmet, Hasan, İsmail ve Elif ise Afyon Sandıklı ilçesi Oda Köyü’ne sürgüne gönderilmişlerdi.

Baran ve Canan aileleri 2014 yılında katliam yerinde atalarının anısına bir anıt mezar yapmak için toprağı kazdıklarında öldürülenlerin kemikler çıkmıştı. Ailelerin hukuk yoluna başvurma kararı da böyle başlamıştı. Av. Cihan Söylemez aileler adına 25 Haziran 2014 tarihinde Hozat Cumhuriyet Savcılığı’na başvurarak katliam alanında inceleme yapılmasını talep etmiş fakat savcılık, zamanaşımı gerekçesiyle takipsizlik kararı vermişti. Bu kez Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz edilmiş, itiraz kabul edilmiş ama Hozat Cumhuriyet Başsavcılığı yine “kovuşturmaya yer yok” kararında direnince Tunceli Sulh Ceza Mahkemesi’ne yeniden itiraz edilmiş ve mahkeme tarihi nitelikte “mezarların açılmasına” karar vermişti. Yıl artık 2015 idi.

***

Bu karar üzerine ilgili resmi görevlilerin olduğu şekilde kazı yapılmış; 13 sağlam kafatası ve çok sayıda parçalanmış kafatası, bir yanmış kalem, bir mermi ve önemli kanıtlardan biri olarak muhtarlık mührü bulunmuştu. 15 Nisan tarihli yerel gazetelerde bu bilgiler ayrıntılı yer almıştı.

Ağuçan Ocağı’nın kalbi olarak kabul edilen mekâna ve pirlerine yönelik bu uygulama sadece Ocak mensupları, talipleri ve Aleviler için değil, insan-canlı herkes için inanılamaz ağırlıkta bir katliamdı. Devamı Türkiye’nin hukuku gibi belirsizliklerle yüklü kaldı. Bugün Alevilere siyasal ilginin yüksek olduğu ve sorunların tek tek tespit edilip hatta büyük bir kısmının “çözüldüğü” söylenirken Ağuçan Pirlerinin kırımı ve benzer örnekler hatırlanacak mı?