Google Play Store
App Store

Bütün modern tarih bir bakıma ‘ideal değerler’in, büyük ‘dava’ ve ‘hedeflerin’ tarihi olarak tercüme edilebilir. Dünyanın hemen her yerinde milyonlarca insanın hayatına malolan büyük kırımlar, hep ‘dava’ fikriyle meşrulaştırılmış; insanların, o idealler/davalar için canını vermesi bu düşünsel ortam içinde sıradanlaşmıştır. Ne var ki bahse konu ‘dava’ idealinin diğer yüzü derin ve sahici büyük toplumsal yaralarla yüklüdür. Haysiyet kırılması onların başında gelir ve herhangi bir dava idealinin, üstünü örtemeyeceği kadar güçlü bir yaradır. Başka bir deyişle insanın onuru gerçekte o büyük ‘dava’lardan daha üstündür ve bu nedenle haysiyet kırıcı bir vak’anın telafisi de neredeyse imkânsızdır.

Belediye seçimlerinin artık iyice kapıya dayandığı şu günlerde bu ‘dava ve haysiyet’ gerilimi bana çoğu kez Doktor Kadir Topbaş’ın karşı karşıya bırakıldığı muameleyi hatırlatmıştır. Sözcüğün gerçek anlamında bir ‘dava’ idealine kurban edilmiş haysiyetin ya da ne anlama geldiği bile anlaşılmayan o irrite edici sözcükle ‘metal yorgunluk’ vak’asını! O vak’a sadece AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin değil, Türkiye’nin belediyecilik belleğinin de en kötü hadiselerinden birisidir.

∗∗∗

Elbette Türkiye geçmişte örneklerini sıklıkla gördüğümüz gibi belediye başkanlarının merkezi idare veya doğrudan onun en başındaki kişiler tarafından seçildiği siyasi tecrübeye sahiptir. Sadece belediye başkanlarının değil, meclis üyelerinin de merkezi yönetimin ‘takdiriyle’ belirlendiği uzun bir tarihi tecrübesi var bu ülkenin. Cumhuriyetin belediyecilik öyküsü genellikle böyledir ve bugünkü kayyum uygulaması da aynı geleneğin bir parçasıdır. Böyle olunca seçilen başkan ve üyelerin yine aynı ‘yüksek makamlar’ tarafından görevden alınması, demokratik bir tutum olmasa da anlaşılabilir. Ama doğrudan halkoyu ile seçilmiş bir belediye başkanını, istemediği ve göstermelik bile olsa bir ‘yargı kararı’ olmadan istifa ettirilmesi açık biçimde onur kırmaktır. Buna ne kılıf bulunursa bulunsun, böyle bir uygulama sözcüğün gerçek anlamında kişi haysiyetini çiğnemektir.

Belediye başkan adaylarının belirlenmesiyle başlayan bütün seçim kampanyaları sürecinde beni rahatsız eden hadiselerin başında, adına ‘metal yorgunluk’ denilen bu vak’a gelmiştir. Daha görev sürelerinin dolmasına yaklaşık 1,5 yıl gibi bir süre varken İstanbul başta olmak üzere bazı belediye başkanlarının istifa ettirilerek görevlerini bırakmak zorunda bırakılmaları unutulabilecek bir hadise değildir. O kritik günlerde görevini ağlayarak bırakan başkanlar bile olmuştu ki sadece o manzara bile sözü edilen siyasi uygulamanın haysiyet çiğneyici niteliğini anlamak için yeterliydi.

∗∗∗

Uzun yıllardır belediyelerin tarihleri ve belediye başkanlarının öyküleri üzerine araştırmalar yapar, makaleler yazarım. Çok sayıda belediye başkanı ile bu amaçla kişisel düzeyde görüşme ve söyleşiler yaptım. Kendi tanıklık etmediğim dönemlerin başkanlarına dair çok fazla belge okudum. Onların büyük bölümünün hayat öyküleri bugün yayınlanmış durumda. Benim yazdıklarım da var, başka akademisyenlerin ve hatta bizzat başkanların da. İstanbul belediye başkanlığı yapmış olanlar için de böyle yayınlar var.

Şimdi İstanbul’a yeni başkan seçimi için kampanyaların yapıldığı şu günlerde bana en ilginç gelen, Kadir Topbaş’ın karşı karşıya bırakıldığı haysiyet kırıcı durumun hiç konuşulmamış olmasıdır. Ben seçim kampanyasını takip eden bir gazeteci olsaydım, Topbaş’ın da mensubu olduğu partinin adayı Murat Kurum’a, sadece ‘Kadir Topbaş’a reva görülen muameleye dair ne hissettiğini’ sorardım. Bana kalırsa bu soruyla birlikte bütün diğer sorular zaten gereksiz hale gelirdi. Çünkü iklim aynı, ‘dava’ aynı, karar vericiler aynı. Hiçbir şey değişmedi.

Türkiye’nin belediyecilik tarihi doğrudan halkoyu ile seçilmiş Kadir Topbaş’ın ve aynı akıbeti yaşayan diğer başkanların dramatik öyküsünü bir gün yazacaktır. Zira rızası olmadan kişiyi istifa dilekçesi yazdırarak görevinden ayrılmaya zorlamak, sadece bir tür idam kararı değil, mezarını da kendisine kazdırmak gibidir. Tarih ayrıca hukuksuz ve haysiyet kırıcı o vak’anın seçim kampanyası boyunca hiç konuşulmamış olmasını da elbette yazacaktır.