Modern Türkiye’nin inşasında bağımsızlık savaşı ve Çanakkale’nin önemi, hemen her zaman geniş bir mutabakatın konusu olmuştur. Bu nedenle her yıl 18 Mart haftasında çok sayıda etkinlik düzenlenir ve Çanakkale bütün bu ‘milli’ etkinliklerin merkezinde yer alır. Ne var ki bu ‘millilik’ gerçekte şehrin çoğul kimlikler mekânı olduğu ve kurtuluş savaşının da bu çoğul dokuyla kazanıldığı gerçeğini genellikle göz ardı etmiştir. Oysa resmi verilerin de gösterdiği gibi Çanakkale, sözcüğün gerçek anlamında bir kimlikler şehridir ve bağımsızlık savaşı da bu çoğul dokunun ortak mücadelesinin neticesidir.

Şehrin toplumsal dokusunu anlamamızı mümkün kılan en önemli veriler nüfus sayımları ile elde edilmiştir. Cumhuriyetin, anadilleri de soran ilk sayım verileri, Türkiye coğrafyasının değişik şehirlerinde belli bir ağırlığı olan kesimlerin Çanakkale’de de mukim olduğunu göstermişti. Gerçi bunların bir kısmının, nüfus miktarı fazla değildi ama varlıkları kayıtlara geçmişti. Lazca, Acemce, Lehçe, Macarca, Gürcüce, Sırpça, Ermenice, Tatarca bu gruptaydı.

∗∗∗

Bazı dillerin nüfusu görece daha fazlaydı ama yine de yoğun değillerdi. Kürtçe ve Arapça bu dillerdendi. Ama kayıtlara göre, bu iki dil grubunda 1945 yılı nüfus sayımında aşırı yükselme meydana gelmişti. Bu durum olasılıkla 1930’lu yılların ikinci yarısı ve 1940’lı yılların ilk yarısında doğu vilayetlerinden Kürtçe, Zazaca, Arapça konuşan toplulukların 2510 sayılı İskan Kanunu ile Çanakkale’ye nakledilmelerinden oluşuyordu.

Kafkasya’dan gelen göçmen grupların dillerinden Abhazca ve Çerkesce’nin de Çanakkale’deki varlığı tüm sayımlarda tespit edilmişti. Bunlardan Abhazca görece az bir kesimin anadili gibi görünüyordu ama Çerkesce daha 1927’de bile şehrin yaygın konuşulan dillerinden birisiydi. O yılki kayıtlara göre anadili Çerkesce olan nüfusun en fazla bulunduğu vilayetler Kayseri, Bolu, Kocaeli, Tokat, Balıkesir, Samsun, Çorum, Sivas ve Bursa’dan sonra Çanakkale idi. Demek ki Çanakkale 1860’lı yıllardaki Çerkes göçlerinde mühim iskân sahalarından birisiydi. Benzer durum anadili Kıptice olan kesim için de geçerliydi. 1935 yılı sayımına göre Anadili Kıptice olanların en fazla bulunduğu vilayetler sırayla; Edirne, Balıkesir, İstanbul, Kocaeli, Kırklareli, Bursa, Kastamonu, Tekirdağ, İzmir idi ve bunları Çanakkale takip ediyordu.

∗∗∗

Balkan göçmenlerinden oluşan anadil gruplarından Arnavutça ve Bulgarca Çanakkale’deki bütün sayımlarda kayıtlara geçmişti. Buna karşın Boşnakça ağırlıklı olarak Kocaeli, İzmir, Bursa ve Balıkesir’den sonra Çanakkale’de toplanmış görünüyordu. Bu grubun iskânı için Çanakkale ilk tercihler içindeydi. Pomak nüfus için ise bu durum daha da geçerliydi. Resmi verilere göre anadili Pomakça olan nüfus, Kırklareli’den sonra en fazla Çanakkale’de ikamet ediyordu. Hatta Türkiye’de anadili Pomakça olan nüfusun dörtte biri Çanakkale’deydi.  

Benzer durum bu coğrafyanın kadim kültürleri olan Rumca ve Yahudice konuşan nüfus için de geçerliydi. Anadili Rumca olanların en fazla bulunduğu il, İstanbul’dan sonra Çanakkale idi. Anadili Yahudice olan nüfusun en fazla yaşadığı dördüncü il (İstanbul, İzmir, Bursa’dan sonra) yine Çanakkale’ydi. Yani şehir, Müslüman olmayan kültürlerin de mekânıydı.

∗∗∗

Özetle bu dillerin büyük bir kısmı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Çanakkale savaşı sırasında da bu coğrafyanın nüfus gruplarıydı. Sonraki yıllarda yeni iskân uygulamalarıyla bu toplumsal doku daha da çeşitlenecekti. Mesela 1938 Dersim sürgünlerinin iskânı için en çok kullanılan illerden birisi, yine ilgili yasaya göre ‘Türk kültürlü nüfusun’ ağırlıkla yaşadığı il Çanakkale idi. Buraya yerleştirilen ve anadili Kırmancki (Zazaca) olan nüfusun bir bölümü, yeni yasal düzenlemelere rağmen eski memleketlerine dönmemişlerdi. Yani Çanakkale’nin demografik dokusuna başka coğrafyaların kadim kültürleri de eklenmişti.

Bağımsızlık savaşının Çanakkale’deki kısmı gerçekte bu çoğul toplumsal/kültürel dokunun ortak başarısıydı ve bu durum şehrin mezar taşlarındaki yazılardan da izlenebiliyordu. Ama şehir, tıpkı ülke gibi bu çoğul dokudan adeta habersizmiş gibi duruyor. Resmi verilerle bile tespit edilmiş bu dokunun diğer renklerinden hiç söz etmeden bir milli başarının öyküsünü anlatıyor. Ne tuhaf!