Hadi iktidar adına konuşan birisinin sözleri ile başlayalım da troll saldırısı az olsun!

AKP Tanıtım ve Medya Başkan Yardımcısı ne demişti?

“İktidara geldiğimde sanki kendi kadrolarım vardı da çok muktedirdim de böyle bir fanteziye mi girdim? Hayır. Bir tarafta darbeci Kemalist gelenek vardı, bir tarafta FETÖ vardı ve bunları birbirine kırdırmak suretiyle yol almak mecburiyetinde kaldım. Mesele budur.”

Bu sözlerde bizim için yeni bir şey yok. Daha yetkili AKP’lilerden benzer şeyleri çok duyduk. Hatta bazıları gözyaşları ve uhrevi cümlelerle ile bu birlikteliği kutsuyordu. Bunu niye istifa ettirdiler onu anlamadım! Zaten gizli saklı olan bir şey değildi. Beraber yürünen zamanlarda bile azıcık objektif yaklaşan birisi bu birlikteliği teşhis edebiliyordu. Soruşturanlara, eleştirenlere, yazanlara ise hayat zindan ediliyordu.

Yukarıdaki açıklamanın önemi geçmiş birlikteliğin itirafından daha çok Fetullahçı geçmişlerini gizlemek ya da meşrulaştırmak için söyleniyor olması. Genellikle “siyasi ayak” tartışmalarında mızrak çuvala sığmayınca sanki geçmişte Fetullahçı yapılanmayla iş tutan AKPlilerin tamamı bir taktik gereği, Kemalist darbecilerden kurtulmak için o dönem «mahsusçuktan” Fetullahçılık yapmışlar gibi bir savunmaya girişiyorlar. Zannedersiniz hepsi James Bond! O dönem AKPnin kapısından geçmemiş olup kavga sonrası iktidara yanaşanlar, gizli saklı kalanlar da bu yola başvuruyor. Hele araya sağın boş ezberlerinden olan «darbe tehdidi, askeri vesayet, Kemalist gelenek» lafları serpiştirilince liberallere de selam çakılmış olunuyor.

Siyasi ayak tartışmaları başlayınca panik içerisinde nerde ise İnönü’yü bile Fetullahçı ilan edecekler. Meşhur “suçluluğun telaşı” bu olsa gerek. O nedenle iktidar politikalarını eleştirenleri ve bu bakışısını sorgulayanları, şimdi muktedir olanların geçmişlerini hatırlatanları ve haber yapanları yargı sopası ile susturmaya çalışıyorlar. Barışların, Müyesserin, Ağırel’in, Hülya Kılınç’ın, Ferhat Çelik ve Aydın Keser’in tutuklanmalarına bu gözle de bakılabilir. En somut gösterge ise İlker Başbuğ hakkında açılan soruşturma oldu.

Başbuğ bir televizyon programında «26 Haziran 2009’da askeri şahısların, askeri mahalde işlediği suçlarda dâhil özel yetkili mahkemelerde yargılanmasının önünü açan yasa teklifi getiriliyor. Bunu kim hazırladı? Tamamen FETÖ ile ilgili, bu araştırılsınıklaması yapmıştı. Daha sonra ise yazılı olarak «Hükümet tasarısının dışında gece yarısı getirilen ve 13 dakika içerisinde kabul edilen bu iki önergeden en çok istifade eden FETÖ olmuştur. Bu iki değişiklik yapılmamış olsaydı Kayseri ve Erzincan soruşturmaları ile 2009 yılında bile FETÖ’ye ciddi bir darbe indirilebilirdi demişti. Hakaret yok, sövme yok sadece bir tespit ve öneri. Hatta suç duyurusu. Savcılıklar ise bu ihbarı soruşturacaklarına Erdoğanın talimatı ile harekete geçen AKP milletvekillerinin şikâyetini soruşturmaya başladılar.

Ben Başbuğ’un hatırlattığı değişikliğe benzer çok sayıda değişiklik sayabilirim. Örneğin Mehmet Haberal, haksız tutuklanması nedeniyle hâkimler Rüstem Eryılmaz, Resul Çakır, Kemal Can, Yakup Hakan Günay, Mehmet Faik Saban, Nurettin Ak, İdris Aslan, Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu ve Ali Efendi Peksak’a karşı açtığı tazminat davasını kazanmıştı. Ancak ne olduysa (!) birdenbire hâkimlere doğrudan tazminat davası açılmasını hukuka aykırı buldu AKP iktidarı. 6110 sayılı yasanın 12. Maddesi ile hâkimler ve savcılar aleyhine doğrudan dava açılamayacağı ancak devlet aleyhine dava açılabileceği kuralı getirildi. Tazminat davası ile afallayan kumpas davalarının hâkim ve savcıları derin bir nefes alarak yollarına daha da saldırganca devam ettiler.

Daha garibi 2011 yılında getirilen bu kural 17-25 Aralık soruşturmaları sonrası 2014 yılında “hâkim ve savcıların keyfi ve hukuk kurallarına aykırı davranışlarının önüne geçmek amacıyla” diye gerekçelendirilerek yeniden hâkim savcılara doğrudan tazminat davasıılabilmesi olanaklı hale getirildi. 17-25in tozu dumanı dağılınca 3 ay sonra gene başa dönüldü ve tazminat davalarının doğrudan hazineye açılabileceği kuralı getirildi.

Başınız döndü değil mi?

O zaman soralım: Haberal’ın kazandığı tazminat davası sonrası hangi hukuki ve toplumsal gerekçe tazminat yükünü hazine üzerine aldırdı?