Sedat Peker’in seri bir şekilde YouTube üzerinden yayınladığı videolar, popüler dizileri aşan bir ilgi görmeye başladı. Videoların içeriği konumuz değil. Bu konuda söyleyeceğim tek şey, bunun çok kollu bir operasyon olabileceğini hesap ederek videolardaki iddiaların peşin peşin doğru kabul edilmemesi olur. Haberlerin bağlamıyla ve sıkı editöryal süzgeçten geçirilerek sunulması önemli. Geçmişte bu tarz ifşa operasyonlarında (17-25 Aralık, Fuat Avni) yapılan hatalara düşülmemesi gerekiyor. ‘Neden bu ifşaat yapılıyor, bağlamı ne, nasıl doğrulayabilirim?’ soruları şimdi daha önemli.

Peki, bu videolarda Peker’in sık sık vurguladığı gibi gerçekten bir kamera ve bir tripod dünyayı değiştirebilir mi? Onun ötesinde yeni medya araçları genel olarak hayatımızı nasıl değiştiriyor? Bu farkındalık halini nasıl okumalıyız? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun soruları bunlar.


BİR KAMERA BİR TRİPOD NEYİ SEMBOLİZE EDİYOR?

Peker’in hedef aldığı kişiler için söylediği “Bir kamera, bir tripoda yenileceksiniz” iddiası ironik bir şekilde aslında teknoloji karşısında insanın çaresizliğini de sembolize ediyor. Elbette bir kamera bir tripod tek başlarına hiçbir anlam ifade etmez. Onların karşısında söyledikleriniz ve kim olduğunuz bütün bağlamı değiştiriyor. İletişim kuramcısı Marshall McLuhan’ın meşhur “Medium is the message” yani “araç iletidir” veya “ortam mesajdır” teorisini de buradan okumamız gerekiyor. YouTube gibi ya da geniş bağlamıyla sosyal medya gibi bir ortam olmasaydı muhtemelen mesaj da bu şekilde olmayacaktı. Bir kere zaten Türkiye’de olsa bu yayınları YouTube’dan dahi yapamazdı, Türkiye’de herhangi bir televizyon kanalı da bu yayınları yapamazdı. Hatta dünyanın herhangi bir yerinde bile olsanız bu yayınları yapmak için özel bir güvenceniz olması gerekiyor. Eskiden dünya gömlek değiştireceği zaman böyle şeyler basına sızdırılırdı. Şimdi hiç böyle bir aracıya ihtiyacınız yok ve bu da mesajın şeklini değiştiriyor. Yani olay kesinlikle bir kamera bir tripodla bitmiyor. Ancak ortam yani yeni medya, tüm şartlar olgunlaştığında böyle bir yayını yapmanıza imkân veriyor. Eğer öyle bir ortam yokmuş gibi yaşamaya çalışırsanız da kim olursanız olun yenilgiye mahkûm oluyorsunuz.

ORTAM NASIL MESAJI BELİRLİYOR?

Sedat Peker’in, Hadi Özışık ile yaptığı görüntülü görüşmeleri düşünelim. Bu kayıtlar, Özışık’ın bu araçların doğasından nasıl habersiz olduğunun bir kanıtı aslında. Çünkü eğer kayıttan haberi olduğu halde habersizmiş rolü oynayıp Oscar’lık bir performans sergilemiyorsa, böyle önemli bir konuda bir görüntülü görüşmenin kaydedilebileceğine ihtimal vermiyor gibi. Buradaki kayıtsızlığı, anlık mesajlaşma araçları başta, sosyal medyanın hayatımızı nasıl değiştirdiğine dair yaygın kayıtsızlığımıza benzettim. WhatsApp öncesi dünyayı yaşayanlar, ondan önceki ve sonraki ilişkilerimizin farkı üzerine bir düşünsün. En basitinden, birine her şeyi, aklınıza geldiği anda zerre üzerine düşünmeden yazmakla, üzerine düşünüp, demleyip yazmak arasındaki farkı ele alalım. Mesajlarımız önemli oranda farklı olacaktı. İrrasyonel bir doğası olan insanın, her şeyi ilk aklına geldiği anda ve ilk algıladığı şekilde sunması asla aynı şey değil. İşte büyük çaresizliğimiz de burada başlıyor. Sadece mesaj değil, deneyimlerimiz bile farklılaşıyor. Daha da basitinden, iddia ediyorum, yarın 14.00’te buluşalım dediğiniz biriyle 14.00’te buluşma ihtimali mesajlaşma araçlarının olmadığı bir dünyada anlamlı oranda yüksekti. Şimdiyse “trafiğe takıldım”, “işim çıktı” , “başım ağrıdı” gibi türlü bahaneyi anında iletmeniz mümkün.

O HALDE YENİ MEDYAYI NASIL ELE ALACAĞIZ?

Hadi Özışık olayından sonra muhtemelen bu işleri yapanlar çok daha sorumlu hareket edecekler. Sedat Peker olayından sonra ise muhtemelen ilişkiler böyle bir yayın aracının varlığına göre dizayn edilecek. İnsanın yeniliklere uyum sağlama hızı benzersiz. Bir teoriye göre, beynimizin bunca gelişkin olmasını dahi buna borçluyuz. Çünkü insanlar ateşin icadından önce yiyecekleri çiğ tüketiyor ve sindirim için önemli miktarda enerji tüketiyorlardı. Ateşin icadıyla birlikte yiyecekler pişirilmeye başladı ve sindirimden artan kalan enerji, insan beyninin diğer canlılardan farklı evrimleşmesine yol açtı. İşte yeni medya ve teknolojileriyle sorunumuz da burada başlıyor. Henüz icatlarının üzerinden farkındalığını geliştirecek kadar uzun süre geçmedi. Bu yüzden sendromlarını “zoom yorgunluğu” , “dijital obezite” vs. gibi isimlerle adlandırmaya çalışıyoruz. Oysa gün boyu durmaksızın bir şeyler yersek sağlık sorunları yaşayacağımızı pekâlâ biliyoruz. Tüm gün dijital araçlara maruz kaldığımızda başta beynimizin benzer sorunlar yaşayacağı söylenince neden şaşırıyoruz? Çünkü henüz farkındalığını yeni geliştiriyoruz. Peker’in videolarında ifade ettiği “bir kamera, bir tripoda yenileceksiniz” ifadesi, bu araçların gücünü abartmamıza yol açabilir. Ancak bu araçların içinde olduğu ortam ironik bir şekilde hepimizin hayatını olumsuz etkileyebilir. Dolayısıyla bir gün herkes; bir kamera, bir tripoda karşı yenilgi hissini tadabilir.