Dünya değişirken Türkiye de değişiyor… Bu çok diyalektik bir süreç haliyle…

Dünya değişirken Türkiye de değişiyor… Bu çok diyalektik bir süreç haliyle… Ama değişimin yönünü görebilmek, kimin yanında durduğunuza bağlı. AKP’nin yanından bakarsanız başka bir dünya, ezilenlerin yanından bakarsanız başka bir dünya… Ve buna dünya görüşü, ideoloji filan derler. İdeolojinizin ne olduğunu unutmadıysanız eğer, aynı anda iki yerde birden durabilmeniz de imkansız.

Evet çok şey değişti, daha birkaç yıl önce neleri tartışıyorduk, şimdi neleri tartışıyoruz: İttihatçılar ile İtilafçılar arasındaki tarihsel kavgayı kim kazanacak? AKP müesses nizama ağırlığını koyacak mı, koymayacak mı? derken… Gelinen noktada AKP bütün mevzileri birer birer ele geçiriyor.

AKP’ye küreselleşmede biçilen misyonu epey tartıştık… BOP’tan başladılar, neo-liberalizm emrinde neo-Osmanlıcılık noktasına getirildiler, bölgesel aktör yapıldılar. Ancak bölgesel aktör küresel düzlemde sadece bir figürandır! AKP bazen bunu unutuyor, küresel aktörlük de taslıyor. Zılgıtı yiyor.

Toplum artık bir başka toplum… Gardırop Atatürkçülüğü de denilen süreç şimdi gardırop Muhafazakarlığı olarak, mahalle baskısı, belediye tercihi, bakanlık şeyi filan adı altında yeni muktedirler tarafından dayatılıyor. “Üç renkli harita” analizlerinde işaret edildiği üzere, pekişen hegemonyalar ve potansiyel muhalefetler şekilleniyor. Şimdilik şunu görebiliyoruz: Seküler yaşantının ciddi bir toplumsal kesim tarafından benimsendiği ve nüfusun önemli bir kesiminin Alevi inancı taşıdığı bir coğrafyada Sünni Müslümanlık kendini dayattığında sakin ve huzurlu bir ortam olamaz… Bunu dayatmayı düşünen muktedirler, ceberutluğu zaten göze almıştır. Yine nüfusunun önemli bir kesiminin Kürt olduğu bir coğrafyada (hem de Kürt bölgeleriyle sınırlı olmayan bir dağılımla) Türk kimliği kendini hâlâ dayattığında, yıllardır görüldüğü üzere bunu dayatmayı sürdüren muktedirlerin de elinden ceberutluktan başka bir şey gelemez…

Sınıfsal düzlemde çalışanlar hakkını aramak için sendikalarına güvenirdi, şimdi neo-liberalizmin arzusu doğrultusunda sendikasızlaştırmayı beceren AKP sendikalara seçenek olarak cemaatleşmeyi öne çıkarıyor. Basit bir partizanlık ötesinde, toplumun farklı kesimlerine ancak  bir cemaate dahil ya da yakın oldukları ölçüde ayakta durabilecekleri fiilen belletiliyor.

AKP iktidarındaki özelleştirme uygulamaları sermaye birikiminde kalvinist-protestan ahlakını kapitalizmin neo-liberalizm koşullarında İslamileştirmiş bir kesimin, Anadolu kaplanları adıyla yeni bir sermaye sınıfının öne çıkmasının enstrümanı kılınıyor.

Böylece sıra, aleni bir sınıf kavgasına ama önce sınıf içi kavgaya gelmiş, dayanmış gibi… Belli ki, sermaye ile sermaye arasındaki kavga daha fazla öne çıkarılacak. Ancak hakim sınıflar tecrübeleriyle bilirler ki en tehlikeli düşman ezilen sınıfların, kesimlerin  öfkesidir… Kendi aralarında dalaşmaları, yiyişmeleri ne olursa olsun önce bu öfkeyi bir biçimde halletmeleri her zaman şarttır, komünizm tehlikesinin olmadığı koşullarda bile… Dolayısıyla cellatları ve papazlarıyla, terörleri ve demagojileriyle sürekli teyakkuzdadırlar.  İdeolojik hegemonyayı işte bu şekilde tesis ederler. Bu ne demek? Yani dünyayı hep kendi pencerelerinden gösterirler…

Toplumsal kurumlar ve devletin ideolojik aygıtları (eğitim, hukuk, ordu vb.) yanı sıra medya mesela bu bakımdan en manzaralı penceredir… Patronlar arasında ilk hizaya gelmesi beklenenler medya patronlarıdır. Dünkü BirGün manşetinde Başbakan’ın son marifetini okumuşsunuzdur: Medyanın ‘seçkin’ üyelerine balans ayarı verildi.

Öte yandan medyanın içinde AKP’nin “gizli kahramanları”, köşe yazarı kılığında tetikçileri var. Yukarıda hakim sınıfların en korktuğu şeyin ezilen sınıfların, kesimlerin  öfkesi olduğunu söylemiştim ya… İşte bu tehlikeyi bertaraf etmenin en kestirme yolu, solu etkisizleştirme, itibarsızlaştırma programını devreye sokmak. Bu programın ilk evresi 1980 yılında birinci 12 eylülde uygulanmıştı. Şimdi otuz yıl sonra ikinci 12 eylülde hızla ve yeniden devreye sokuluyor.

Büyük bir kinle solculara, devrimcilere karşı bir saldırı kampanyası başlattılar. İdeolojik hegemonya mücadelesinde, basit deyişle, elbette muarızın fikrini çürütmek esastır. Provokasyona da gelmeyeceksin. Amenna.  Ama adam zaten çürük fikirlerini tezgaha çıkarmış, hakaretin daniskasını yapıyor. Bu tür adamların şirretliklerini, küfürlerini fikir tartışması kategorisine koyup sureti haktan görünmek hiç hoş değil. Devrimcileri mesela “çarlık ordusuna asker” yazıyor. Böyle bir küfür, “bok” demekten bile milyon kat ağır bir hakaret. Ama adam haklı, devrimcilik nedir, haysiyet nedir bilmiyor ki çarlık ordusunda askerlik yapmanın ağır bir küfür olduğunu fark etsin! Çünkü adam mutasyonu, değişinimi yani, değişim diye yutturmakla mükellef.

Bir arkadaşım “mutant” derken herkesi aynı kefeye koymamamı, kimleri kastettiğimi açıklamamı istemişti, açıkladım işte…