Kontrgerillaya örgüt beğendiremiyoruz on yıllardır

Kontrgerillaya örgüt beğendiremiyoruz on yıllardır.

İlk Ergenekon operasyonu yapılıp da şüphelilere atfedilen “eylemler” manşet olduğunda, “Ergenekon değil, bildiğimiz kontrgerilla” demiştik. Şimdi de 90’ların popüler örgütü Selam Tevhid dolaşıma sokuldu.

Ancak bu kez Selam Tevhid’in varlığını savunanlar ile “uyduruk örgüt” diyenler, bir zamanlar aynı taraftaydı, devletin birlikte sahibiydi. Dolayısıyla şimdi sahipliğin kimde, örgütün kimde kaldığı karışık.

Düşman kardeşler birbirini ajanlıkla suçluyor. AKP, cemaati İsrail (aslında söylemekten korktuğu ABD), cemaat de AKP’yi İran için çalışmakla itham ediyor. Hazretin cemaate başından beri “örgüt” suçlaması yönelterek aklınca itibarsızlaştırmaya kalkmasıyla, cemaat de Selam Tevhid ile istediği etkiyi yaratamayınca eski defterler açıldı ve Ergenekon’a geri dönüldü.

Zaman gazetesinin 1 Ağustos manşetinde, polislerin yasadışı dinleme gibi marifetlerini ortaya çıkaran müfettiş raporundaki imzanın bir “Ergenekoncu”ya ait olduğu iddia edildi: “Sulh ceza hâkimlerinin tutuklamada referans aldığı müfettiş raporunda Doğu Perinçek’e yakınlığı ile tanınan Selim Kutkan’ın imzası var. Kutkan, İstanbul TEM Şube müdürü iken İşçi Partisi’ne yapılacak operasyonu Aydınlık’ta çalışan akrabasına sızdırdığı için görevden alınmıştı.”

Buna karşın hükümet medyası da Selam Tevhid soruşturmasındaki usulsüzlükleri haber yapıyor: Selam-Tevhid soruşturmasının takipsizlik kararında, Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nda ele geçirilen 2 GB kapasiteli flash bellekte bazı gazeteciler ve yazarlar hakkındaki bilgilerle soruşturma genişletildi ancak flash bellek soruşturma dosyasında yok, kayıp.

Böyle durumlarda, yani iki taraf da güvenilmez ve sabıkalı olduğunda, iki tarafın birbiri hakkında söyledikleri doğrudur, diye düşünürüm.

Bir örgüt var mı?

Bu örgüt cinayet işledi mi?

Bu örgüt gazetecilerin bilgisayarlarına yüklediği dosyalarla onları yıllarca hapiste tuttu mu?

Bu örgüt devam eden soruşturmaya/davaya müdahale için Meclis kürsülerinden “savcısıyım” diye bağırdı mı?

Bu örgüt medya yoluyla gazeteciler, yazarlar için “terörist” diye manşet attırdı mı?

Bu örgüt cinayet işleyenleri “kahraman” diyerek korudu mu?

Bu örgüt hepimizi fişledi mi?

Bu örgüt tüm bu fişlemeleri legal hale getirecek kanunlar çıkardı mı?

Tüm soruların cevabı evet.

Öküz ölüp de ortaklık bozulunca, örgüt içi kavgaların çirkinleşmesi doğaldır. Hele de zaten “çirkin” bir örgütlenmeden bahsediyorsak.

90’ların Selam Tevhid’inden bahsettim. Uğur Mumcu cinayetinde adı duyulmuştu. Gerçekte ne olduğu, Mumcu cinayeti gibi faili meçhul kaldı. 2000’lerin de böyle faili meçhul bir cinayeti var: Hrant Dink. Dink cinayeti tam olarak çözüldüğünde, son 10 yılın “örgüt” hesapları da çözülmüş olacak.

Utku Çakırözer, 31 Temmuz’da Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin’in şu sözlerini aktardı:

“Hrant Dink davası, başından beri kavga eden taraflarca siyasi malzeme olarak kullanıldı. Karşıdaki düşmanı yıpratmak için. Ergenekon soruşturmasını başlatabilmek için Dink cinayeti bir araç olarak kullanılmıştı. Ama artık ihtiyaç kalmamış demek ki.”

“...İkinci olarak eğer bu cinayetin sorumluluğunu sadece bir gruba yüklerseniz, o grup da çıkıp diğerlerinin sorumluluklarını dile getirebilir. Bu yüzden Başbakan bir noktada artık durmak gerektiğini düşündü. Çünkü kavgada bir noktada durulmazsa, kendisine de dönebilir.”

Tam Çetin’in söylediği sebeplerle, ne Mumcu cinayeti nede Dink cinayeti bu iktidar/örgüt döneminde aydınlamayacak.

Ki halen 90’ların meçhullüğü içerisinde yaşarken ve devrim falan da olmamışken, her iki cinayetin de karanlıkta kalmaya devam edeceği yönündeki endişelerim baki. Neyse ki tüm bu cinayetlerin arkasındaki gerçeğin, “devletin dehlizlerinde” saklı olduğunu biliyoruz. (Derin devlet değil, devlet)

NATO üyesi, ABD güdümlü, küresel sistemin piyonu devlet örgütünün.