Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, termik santralların filtre takma zorunluluğunun süresini uzatan yasayı veto etmesi günlerdir konuşuluyor. Erdoğan ilk kez bir yasayı veto etti. Üstelik kendi partisinin teklif edip, Meclis’te kabul ettiği bir yasayı veto etti. Bu konu güçler ayrılığının var olduğunun bir örneği olarak sunuluyor. AKP’liler bunu “sistemin denge ve denetleme mekanizmasının çalıştığının işareti” olarak anlatıyorlarmış. Siyaset bilimciler bunun üzerine konuşuyorlar. Ancak ben bu veto olayına başka bir açıdan bakmak istiyorum. Sanırım veto kamuoyunda konuşulandan çok farklı bir amaçla gerçekleşti.

AKP grup toplantısında yaptığı konuşmada Erdoğan “Derdimiz havanın kirletilmesine ve insanımızın temiz havayı solumasına izin vermeyen kuruluşları çalıştıramayız. Yapılacak olan başta bu filtrenin yapılması kararı var. Ama siz bu karara uymazsanız, siz para kazanacaksınız diye halkımızın zehirlenmesine izin veremeyiz. Bu yıl sonuna kadar kendileri ne gibi adımlar atarlar bilemem. Biz 2020 sonuna kadar imkân verelim… Böyle bir şeyi kabul etmem mümkün değildir. Büyük ihtimalle bu yeniden bir ihaleye gider, başka bir çıkışı yok.” dedi.

Bu ifadeye baktığınızda çevre konusunda duyarlılığın çok yüksek olduğunu ve halkın menfaatlerinin sermaye sahiplerinden önce geldiğini savunduklarını düşünebilirsiniz. Çevre konusunda hassas olabilirler. Ama asıl amaç başka bir şey olabilir mi? Alıntıladığım konuşmada “ büyük ihtimalle bu yeniden bir ihaleye gider, başka bir çıkışı yok.” kısmı benim daha fazla dikkatimi çekti ve kendime sorular sormaya başladım. Yeniden ihaleye gidebilmek için önce bu termik santralları kamu malı yapmak gerekmez mi?

Abdulkadir Selvi’nin çarşamba günkü köşesinde, bir termik santral sahibi ile Cumhurbaşkanı arasında geçtiğini söylediği bir telefon görüşmesini aktarırken “Erdoğan’ın sertleşmesi üzerine, holding sahibinin, “O zaman ben bırakayım.” dediğini yazmış. Gördüğünüz gibi patronlar bu santralları bırakmaya dünden razılar.

Biliyorsunuz özelleştirmeler yoluyla termik santralları alan şirketler, öz sermaye koymadan, çok yüksek tutarda döviz kredileri kullanarak bu santralları satın aldılar. Kurlar hızla yükselince bu şirketler kullanmış oldukları döviz kredilerini ödeyemez hale geldiler. Şu anda büyük çoğunluğu iflas etmiş durumdalar. Bankalar da yüksek miktarda ödenemeyen enerji şirketlerinin borçlarını nasıl çözecekleri konusunda bir yol bulamıyorlar. Bunları zarar yazarlarsa bilançoları bozulacak. Elektrik fiyatlarına zam yapsalar halk tepki gösterecek. Bir çıkış yolu bulmaları gerekiyordu. Sanırım bu veto, buldukları çözüm yolunun ilk adımı.

Şimdi benim merak ettiğim, acaba burada yapılmak istenen şu olabilir mi?

“Satın aldıkları zaman verdikleri taahhütler çerçevesinde bacalara filtre takmadıkları için sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmemişlerdir. Bu nedenle biz bu termik santralların özelleştirme işlemini iptal ediyoruz.” diyerek el koyarlar. Bunlar kamunun malı olduktan sonra bu santralların bankalara olan borçları da kamunun borcu haline gelir. Devlet bankalara (muhtemelen hazine kâğıdı vererek) bu borcu öder. Kamu kaynaklarıyla bacalara filtreleri de taktıktan sonra bir Cumhurbaşkanı kararıyla bu termik santralleri varlık fonuna aktarırlar. Borçları devlet tarafından ödenerek bilançoları düzeltilmiş, kamu kaynaklarıyla bacalarına filtreleri takılmış bu santralleri, dönüp yeniden istedikleri kişilere varlık fonu üzerinden satarlar. Böylelikle bir taşla çok sayıda kuşu birden vurmuş olurlar. Santralları almış olan şirketleri büyük bir yükten kurtarmış olurlar, bankaların bunlardan kaynaklanan ödenemeyen kredi sorununu çözmüş olurlar ve bir de halka ne kadar çevreci olduklarını ispatlamış olurlar.

Nasıl? Acaba gerçek niyet bu mudur? Sadece merak ediyorum. Önümüzdeki süreç bize ne gösterecek hep birlikte göreceğiz.

cukurda-defineci-avi-540867-1.