Diyarbakır, Sur’a yedi yıl önce gitmiştim, gözle görülür bir yoksulluk ve bu yoksulluğun getirdiği öfke vardı sokaklarda. Hevsel Bahçelerine bakan küçük sokakta yüzünü bahçelere dönmüş, ufku izleyerek oturan bir kadın vardı. Anlattılar: Yıllar önce giden dağa giden oğlunu beklermiş. Mahallelinin büyük çoğunluğu da zaten 90’lı yıllardaki köy yakmaların ardından zorla göç ettirilenlerden oluşuyordu. Bu yıl […]

Diyarbakır, Sur’a yedi yıl önce gitmiştim, gözle görülür bir yoksulluk ve bu yoksulluğun getirdiği öfke vardı sokaklarda. Hevsel Bahçelerine bakan küçük sokakta yüzünü bahçelere dönmüş, ufku izleyerek oturan bir kadın vardı. Anlattılar: Yıllar önce giden dağa giden oğlunu beklermiş.

Mahallelinin büyük çoğunluğu da zaten 90’lı yıllardaki köy yakmaların ardından zorla göç ettirilenlerden oluşuyordu.

Bu yıl gördüğüm manzara ise bambaşkaydı. Tabii o sokağa giremedim artık, hatta o sokak artık var mı, bilmiyorum ama Sur’un çevresi “kentsel dönüşümün” tozundan geçilmiyordu.

O harabenin öyküsü, Göç Platformu’nun hazırladığı, “2015-2016 Sokağa Çıkma Yasakları Sürecinde Kadınların Göç Hikayeleri” adlı kitapta kelimelere döküldü. Kitapta kadınlar, hem operasyonlar sırasında neler yaşadıklarını hem de sonrasındaki evsizliği anlatıyor. (Anlatılardan oluşan Türkçe ve Kürtçe iki dilde basılan kitabın yanı sıra durumla ilgili bir de rapor hazırladılar.)

Anlatıcılardan biri Emine, 12 Eylül darbesinden sonra da 90’lı yıllarda da hep göç etmek zorunda kalmışlar. Son durakları Cizre’de, “Cemilesini” bıraktı:

“İlk yasaktan sonraydı… Cemile evin önünde kürsüde oturuyordu. Yaklaşık 20 insan vardık, akşam saat 8’di. Biz otururken bir yürüyüş başladı, insanlar geçiyordu evin önünden, ‘Kızım kalk içeri git’ dedim. Sonra elbiselerimi değiştirmek için içeri girdim, silahlar patladı, 7-8 insan evin önüne düştü. ‘Cemile’ dedim ses çıkarmadı. Kızımı aldım kucağıma, ‘Ah anne’ dedi, sonra bitti. Yengeme ‘Cemile öldü’ dedim. Her taraf toz duman içindeydi, gaz attıklarını sanıyorduk ama duvarlardan toz kalkıyordu. Aldık alt kata indirdik, oğlum geldi, babası geldi. Elini tutmuşum, ‘Cemile’m bir şey olmamış’ diyormuşum. Buz getirdim göğsüne koydum. Kurşun bir taraftan girmiş, diğer taraftan çıkmamıştı. Çıksaydı belki yaşardı. Babası gitti su getirdi, yıkadık, kefenledik. Ambulans çağırdık gelmedi, kimi çağırdıysak gelmedi. Bir hafta öylece bekleyince babası, ‘Ben kızımı derin dondurucuya koyacağım’ dedi…”

Cemile öldüğünde 11 yaşındaydı, annesi Emine “Şimdi 13 yaşında” diyor.

Solin de 42 yaşında, Yükseova’da yaşıyorlardı, şimdi tüm ailesiyle Van’da. Sokağa çıkma yasaklarındaki operasyonlarda evleri yıkıldı, üzerlerindeki kıyafetlerle kaçmak zorunda kaldılar. O da kitapta şöyle anlatıyor yaşadıklarını:

“Biz Gever’de (Yüksekova) kalıyorduk, savaş oldu. Evlerimizi yaktılar, eşyalarımızı yaktılar, hepimizi göç ettirdiler. Çıktığımızda hiçbir şeyimiz yoktu, yiyeceğimiz yoktu, paramız yoktu.

“Yasaktan önce elektriği, suyu, her şeyi kesmişlerdi. ‘Halk gitsin’ dediklerinde her şeyi kestiler, her yeri kapattılar. Biz kiradaydık, benim evimdi, gelinimin eviydi, hepsini yaktılar, kül ettiler. O gün çıktık Van’a geldik. Göçebe olduk, bizim durumumuz iyi değildi, aç kaldık. Hastane kapısına gittik, eşim hastanenin çöpe atılan 4-5 çekyatını getirdi, onların üzerinde uyuduk. Kız kardeşim bize para yollayınca ev kiraladık. Çocuklar elimizde yiyecek yok, ekmek yok… Kız kardeşim de bizim gibi mağdur, kocası hapiste. Kendimiz için dilencilik yaptık, eşim de dilencilik yaptı, vermediler.

“Özalp’te bize prefabrik verdiler, belediye birkaç yatak, yastık, televizyon gönderdi. Yiyecek verdiler, böyle yavaş yavaş toparlandık. Bütün Gever halkı rezil olduk, parası olanlar değil, parası olmayanlar rezil oldu. Belediye bu prefabrikleri vermeseydi ne yapacaktık, rezil olurduk. Şimdi kayyum geldi, iki aya kadar yıkacaklarını söylemişler. Hani biz nereye gideceğiz, devletin eline düşmüşüz.”