Amerikan filmlerinde zaman zaman işlenen bir konu vardır. Büyük bir evde yaşayan, kocaman bir arabaya binen, New York’ta şık bir ofiste çalışan, şoförü, ev hizmetlerinde çalışan yardımcıları olan, lüks otellere tatillere giden, çocukları pahalı özel okullarda okuyan bazı tipleri konu alır. Filmde bu “başarılı” ve zengin kişi bir biçimde işini kaybeder. Sonra sahip olduğu her şeyi kısa sürede kaybeder. Önce ev gider çünkü yaşadığı malikâne 30 yıllık konut kredisi ile alınmıştır. İş olmayınca kredi taksitlerini ödeyemediği için banka eve el koyar ve başkasına satar. Bu arada araba da gitmiştir, çünkü meğer onu da 5 yıllık araç kredi ise almış. Artık şoförü ve ev hizmetlerinde çalışanları da yoktur. Eşi, ailenin ihtiyaçlarını karşılayamadığı için çocukları da alıp gitmiştir. Başta “rüya gibi” bir hayatı olan bu kişi genellikle sokağa düşer. Filmin sonu bazen burada biter. Ama seyirciyi memnun etmek için bazen her şeyini kaybeden bu kişi sıfırdan başlayarak kredilere dayalı yeni bir hayat kurar. Bir sonraki sona kadar.

Yukarıda okuduklarınızı filmlerde görmüş olsanız da aslında gerçek hayatta da örnekleri vardır. Çünkü o “muhteşem hayat” aslında kredi mekanizması üzerine kurulmuş, bir anlamda kullanım hakkı olan ama sahip olunmamış bir yaşantıdır. İşler bozulduğunda da kendisinin olduğunu düşündüğü şeylerin göz açıp kapayıncaya kadar yok olduğu bir sistemdir.

Eski Türk filmlerinde de bazen zengin birisinin yokluğa düştüğü olmuştur. Ama genellikle kumar borcu olduğu için kötü adamlar mallarına el koymuştur.

Bizde gerçek hayatta bu tür durumlar ile pek karşılaşmayız. Hatırlayın yakın tarihin en ağır krizlerinden birisini 2001 yılında yaşadık. Buna benzer hikâyeler pek duymadık sanırım.

Gel zaman git zaman biz de “geliştik.” Finansal piyasalarımız büyüdü, kredi kullanımımız arttı. Eskiden eşten dosttan ödünç para alarak yaptığımız işleri şimdi banka kredileri ile yapmaya başladık. Böylece kimseye minnet etmez hale geldik. Bu yılın ilk beş ayında “ihtiyaç” kredilerinin %22,5 artması da bunun bir göstergesi.

Bütün bunları niye yazıyorum diye merak etmiş olabilirsiniz. Bu hafta başında açıklanan “yeni bir destek paketini” duyunca aklıma geldi. Biliyorsunuz iktidar konut ve araba alımlarında kredi faiz oranlarını düşürmekle kalmadı, eğer seyahat acentelerinden bir tatil programı satın alırsanız onu da 3 yıl kredilendirebilme “imkânı” sundu. Evde çok kaldınız, sıkıldınız, çocuklar da sizi darlıyor, tatile gitmek lazım ama para yok. Merak etmeyin bir haftalık bir tatil için ihtiyaç duyduğunuz kredi paketi hazır. Üstelik öyle kolay bir kredi ki, para doğrudan acenteye gidecek, siz de tatile. Ödemesi 156 hafta sürse de, her kredi taksit ödeme döneminde fotoğraf albümünü çıkarıp tatil fotoğraflarına bakarsınız. Peki, tatile neyle gideceksiniz? Malum salgın hâlâ devam ediyor. Siz de toplu taşım kullanmak istemiyorsunuz. Araba kredisi kullanın. Yeni sıfır arabanıza binip güzel bir otele seyahat etmekten daha keyifli ne olabilir ki? Üstelik çocuklar da mutlu.

Ne zamana kadar? Aldığınız o kredileri geri ödeyebildiğiniz sürece sorun yok. Peki, ödeyebilecek misiniz? Bu sorunun yanıtı sizin işinizin ve dolayısıyla gelirinizin sürekliliğine ve artışına bağlıdır. Eğer işleriniz yolunda giderse sorun yok. Bir temenniye dayalı borçlanma stratejisinin sonu filmlerdeki gibi hüzünlü olabilir. Belki de sonu hüzünlü olmasın diye “Türkiye’de istikrar sürmeli” diyeceksiniz. Yoksa acaba siz hep “istikrardan” yana olasınız diye mi ha bire borçlanmanızı “teşvik” ediyorlar?

Ya da boş verin yanıt aramayı. Nasıl olsa “normale” döndük. Tatile gitme zamanı. Ayaklarımızı önce bir denize sokalım, sonra yorgan ile ne kadar örtebildiğimize bakarız.