Budala alfabesi

Abdal: “Abdallığın binasını sorarsan…” diye başlar Aşık Dertli’nin deyişi, “zalimler elinde ölen Pir Sultan abdaldır” diye biter. Öyleyse bu yol, zalimler elinde ölenlerden kalmıştır, sürmesi ve daha da süreceği bundandır.

Bedel: “Abdal’ın, bedel’den gelmesi anlamlıdır. Düz karşılığı, bedeller. Tasavvufta abdal, herkese malum ve ayan olmayan gayb alemine vakıf olan evliyalara mahsus bir mertebedir. Abdal(bedeller) ismi, onların nefislerini ruhlarına feda etmiş, bedenlerini ve benliklerini ruhlarının bedeli olarak vermiş olmalarını anlatır.”(Tanıl Bora)

Can: Yaradılmış ne varsa Can’dır Abdala. Abdalın canıdır hepsi. Canı candan ayırmaz: “Ölür ise ten ölür/canlar ölesi değil” diyen de abdalların atalarından Yunus Emre değil midir hem?

Çile: “Ne hile ne de hülle/abdallık bir gaile/bu yola düşen canlar/ne anlatsın cahile?/…/Zor, yük, keder ve dertle/yeğin gelir kendine/kuşlarla bir uçarı/kanatları alfabe/…/Çile abdalım çile/gerekse sor bir alime/boğazından çilesiz/geçmez bir damla bile!”

Dem: Kendinden geçmek içindir. Canından, bedeninden, varlığından, ki varlık darlıktır, geçmek, kendisi olmaktan kurtulmak, düze, yalına, herkes gibi olmaya, başkasına çıkmak içindir dem. Adın başkasına çıkması.

Eşik: Eşikten geçmek de yola çıkmaktır. Sonrasında herkes candır, ne kadın ne erkek vardır. Eşik geçilmiş, yola düşülmüştür. Abdala yol bir, sürek bindir. Yola çıkan eşiğe ruhunu sürer.

Fena: Budalada ‘öteki’ yoktur, onun ruhu başkasında erir, başkasında yokluk mertebesine erişir. Kimi Tanrı’ya ulaşmak, onunla bütünleşmek ister, kimi ise “ikilik kinini atıp içimden/ özde ben bir insan olmaya geldim” diyerek ruh makamını başkasında bulur, onda yok olur(fena).

Garip: Gariplik ne mertebe ne makam, ne unvan ne de şandır. Garibin nereye gitse kendini içinde bulduğu bir haldir. Bazen biraz bol gelse de, eskimeyen bir giysi, dinmeyen bir yurtsama ve geçmeyen zamandır. Garip abdaldır.

Güruh-u Naci: Kurtulmuş topluluk. Cennetlik mi, bilinmez. Hem ‘cennetin hisse senetlerini satanlar’ bile nereye gideceklerini bilebilirler mi? Kimse bilmez. Budala kurtulmak ister, dünyadan, hırstan, kinden, kibirden, paradan…Bunlardan ve daha nicelerinden kurtulmanın tek yolu, yola düşmektir.

Hâkikat: nardadır saçta değildir”. Olmakta değil pişmektedir. Bitmekte değil sürmektedir. Bakmakta değil görmektedir. Nefrette değil sevmektedir. Gökte değil yerdedir. Tende değil gönüldedir. Bende değil sendedir.
Islah: Ali Ekber Çiçek’in deyişi unutulur mu? “Geldim şu alemi ıslah edeyim/özümü meydanda gördüm sonradan”. Abdal alemi ıslah etmeye gelen değil, hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçmek isteyendir, ki Virginia Woolf da ona ‘ne mutlu’ demiştir.

İkrar: Budala yola ikrar vermiştir, yola bağlıdır, yol delisi, yol dolusu, yol oğlu, yol kızı, ezcümle yolun yoldaşıdır, yol kardeşidir. “Böyle ikrar ile böyle yol ile” gidene yola bağlı denir.

Kamber: Hazreti Ali’nin yoldaşı. Arzu’nun da Kamber’i. Onsuz düğün olmuyor, onsuz yol hiç olmaz, arkadaşlık, kardeşlik, yoldaşlıksa hiç olur! Abdalın Kamber’i olsun yeter ki, ona yol dayanmaz!

Lokma: Ortaklaşmacı bir toplumun simgesi. Ne olduğu, kimin getirdiği değil, asl’olan onun paylaşılmasıdır: “Bir lokma bir hırka.” Bir de yol yeter abdala!

Melamet: Budala, geçiciliğinden gamlı değil bahtiyardır, ne oldum da demez ne olacağım da! Ne olduğunu değil, ne olmadığını bilir. Hırkayı tenine değil, ruhuna evvelden giyenlerdendir: “Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime.” Baştan çileyi, zorluğu kabul etmiştir yani.

Nesimi: İnsanın yüzünde Allah’ı gördü, “Enelhak” dedi, 1404 yılında Halep’te derisi yüzülerek öldürüldü. “Dar-ı Nesimi” derler şimdi, yol uğruna Nesimi gibi derisinin yüzülmesine, candan geçmeye.

Olgun: İnsan-ı Kamil olmak için yola çıkmaz abdal. Yolda olmak için çıkar. Yol da bir ocaktır, pişmek, yanmak, olmak için. Olgun, olduğunu bilmeden olandır.

Ölüm: Ölümden önce bir hayat vardır. Öyleyse insan da ölmeden önce bedenini toprak yapmalıdır. Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin öğretisinde, onun yolunu süren abdal, canı teslim ettiğinde bedeni toprak olacak, ota çiçeğe karışacak, yeni geleni karşılayacaktır.

Pervaz: Turnanın kanatları nasıl açılıp katlanırsa, turna kanatlanırsa, abdal da yolu döne döne gider, uçar gibi gide, kuşayak gider. Semahtaki aşk haline bak, abdaldaki yol halini görürsün. Yol öyle yol olur, gitmek öyle gitmek. Pervaz da hem semahtakinin hem yoldakinin kanatlarıdır.

Rıza Şehri: Abdal yola düşsün de, pervazlansın da, rıza şehrinden geçmemiş olsun, olmaz! Ayakları olmasa kanatları, kanatları değilse dilekleri rıza şehrine götürür onu. Hem oraya uğramadan nereye gidecektir? Elbette abdalın yolu da ütopyaya doğrudur. Önce kendinle rızalığın olacak, sonra toplumla, sonra da yolla. Rıza şehri, “yârin yanağından gayrı her şeyin ortak olduğu” o şehir işte.


Saki: Dem sunar. Can sunar. Yol sunar. Dolu sunar. Canlara sevgi ve birlik içkisini sunar. “Cennetteki yedi ırmak/yetmişiki dil bizdedir” cömertliğini sunar. Abdal da öyle değil midir, dünyayı sunar.

Şad: Son abdal mı demeli, abdallığın şanını yürüten Neşet Ertaş mı demeli yoksa, işte onun dediğidir: “Şad olup gülmedim de eller içinde/benim gülüm soldu güller içinde.” Ne gam, dinledikçe, duydukça şadıman olmasa da, gamdan azade olur insan. Abdallığın neşesiyle gamı pek yakındır birbirine, yol ile yolcu gibi.

Turab: Neşet Ertaş dinletilerinin sonunda “ayaklarınızın turabı, gonüllerinizin hızmatçısıyım efendim” derdi, Aşık Daimi ise “Daimi’yim harap benim/ayaklarda turab benim/aşıklara şarap benim/madem ki ben bir insanım” diye bir sorgulamaya girişmişti. Toprağın babası, toprağa bulanmış kimsedir ki yol da toprağa bulanmıştır, yolcu da. Budalaya da toz toprak olmak kalmıştır. Kimlerden kimlerden…

Uryan: Şükrü Erbaş’ın demesiyle ‘Karacoğlan Efendimiz’in “Uryan geldim yine uryan giderim/ ölmemeye elde fermanım mı var?” şiirinin anlattığı hal aşk halidir, yol halidir, bir var bir yok halidir, abdal halidir.

Üzüm: Kırklar Meclisi'nden bize miras. Bir üzüm tanesini sıkarak kırklara içirenin demi, cemi, mucizesi, gerçeği. Yola çıkmaya bir sebep, yol olmaya kırk sebep. İlk turnalar misali semah dönen de, üzüm tanesinin ezilmesiyle demi alandır: “Güzel Şahdan bize bir dolu geldi/Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver”. Abdalın demi de yol ile doludur.

Vazife: Herkese dünya vazife, abdala yol vazife. Sanki o durursa dünya da duracak gibi yola koşulan o. Bana ne demeyen de o, görmezden gelip geçmeyen de. Onun vazifesi yürümek, görmek, göstermek, söylemek, eylemek.

Yanal: “Dosttan bir elma geldi/elma ne güzel elma/içi turunç dışı turunç/ne güzel elma”
Turnalar Semahı diye de dönülür Elmalar Semahı niyetine de. Abdalların Piri, Pir Sultan Abdal’ın parlak, kırmızı yanal elmasıdır: “Uyurken üstüme geldi erenler/gafil aç gözünü haydi uyan dediler/serseri kalma şu cihan içinde/yürü bir gerçeğe ey can dediler”.

Zümre-i Fakr: Fakirliğiyle övünenlerin soyundan, suyundan, huyundan, yolundan gelir abdal. Fakir zümresinden. Abdal Musa’dan beri mi demeli yeryüzü halk olalı beri mi, fakirliği zenginlik bilen bir ‘mutlu azınlık’ var. Ne mutlu onlara diyelim biz de, bu alfabenin başına da üç harf daha düşsün, inkâr edilen halklar, diller, inançlar niyetine, q, x, w.