“Önümüzdeki yıl Türkiye’nin reform yılı olacak” vaatleri havada uçuşurken koyu karanlık, ülkenin üzerine çökmeye devam ediyor. AİHM’in Demirtaş kararı sonrasında iktidarın takındığı tutum, derneklere kayyum atamayı kolaylaştıran düzenleme, baroları bölen uygulamanın bir benzerinin TTB ve TMMOB için planlandığını bizzat Erdoğan’ın söylemesi, Olay TV’nin karartılması 2021’in demokratik muhalefet açısından hiç de kolay geçmeyeceğinin kanıtı niteliğinde. Belli ki önümüzdeki yıl, rejim üzerindeki mücadelenin en zorlu yılı olacak.

Olay TV’nin 26 günlük yayın hayatının iktidarın doğrudan ya da dolaylı müdahalesiyle sonlandırılması birçok soru işaretini beraberinde getirdi. Uzunca bir süre medya sektöründe görünmeyen Cavit Çağlar başlangıçta Olay TV projesine neden ikna olmuştu? Bir ana akım haber kanalı kurmayı kabul ettikten sonra neden kısa sürede çark etmişti? Tehdit mi edilmişti, yoksa fikir mi değiştirmişti? Kanalın yayın politikasının bu karartmada etkisi ne kadardı? Bütün bu sorulara iktidar-sermaye-medya ilişkisine dair son 18 yılın tecrübesini es geçerek cevap vermek mümkün değil.

AKP’nin kendi medyasını yaratma operasyonunun iktidara geldiği ilk yıllara kadar götürülebileceği herkesin malumu. Merkez medyayı da 2010’dan itibaren adım adım kendine bağladı. Çağlar’ın kurmakla övündüğü NTV, Şahenk’e geçtikten bir süre sonra iktidara yanaşmak zorunda bırakıldı. 2013 gibi erken bir tarihte muhalif potansiyeli olan gazeteciler ya ekran arkasına çekildi ya da kovulmaya başladı. CNN Türk’ün satılmadan önceki son hali ve şimdiki durumu Türkiye’de bir ana akım haber televizyonculuğunun AKP iktidardayken mümkün olmadığını somutladı.

Bugün sermayesi ve kadrosuyla Saray’ın onayından geçmeyen bir kanalın RTÜK’ten izin alarak kurulması olası değil. Sözcü TV’nin bir türlü yayın hayatına başlayamamasının arkasındaki en önemli neden de bu. Yandaş olmayıp medyada kendine yer bulmak isteyenler ancak frekans tahsisi daha önceden yapılmış kanalları satın alarak bu alana girebiliyorlar. Olay TV’nin “dönüştürülme” hikâyesi de böyle bir girişimin yakın dönemdeki örneğiydi ve yerel seçimlerden sonra ete kemiğe bürünen merkez medyayı diriltme çabasının uzantısıydı.

90’ların sağ siyasetinin şaibeli bir figürü olmanın ötesinde devlet-sermaye-rant ilişkilerinin sembol isimlerinden biri olan Çağlar, “demokrasi havarisi” falan olduğundan değil, bu alanda bir “boşluk” olduğunu ve o boşluğu doldurmanın muhtemelen politik ve ekonomik kazanç sağlayabileceğini düşündüğünden ortaklığa adım attı. Böylece iktidarın oklarını üzerine çekmeden AKP sonrasına hazırlanıp hazırlanılamayacağı sermayenin bir kanadı tarafından ve medya üzerinden test edilmiş oldu. Zamanın ruhunu idrak edemeyen proje ölü doğdu ancak bu başarısızlığın faturası yine gazetecilere kesildi.

Muhalif medyanın kaynakları kısıtlı, iktidarın hışmına uğrayan tüm gazetecilere iş sahası açacak maddi güçleri yok. İşsiz medya emekçileri, Çağlar’ı “makbul” gördükleri için değil merkez medya olmaya oynayan bir kurumda çalışma olasılığı doğduğunu düşündükleri için Olay Tv’nin yolunu tuttu. Hal böyleyken mağdur edilmiş medya emekçilerine “Çağlar’a nasıl güvendiniz” diye sormak ne izana ne de insafa sığar. Asıl sorulması gereken soru neden medya özgürleşmesini toplumsal bir talep hale getiremediğimiz, objektif haber kanallarını neden büyütemediğimiz olmalı.

Başta kanal yöneticilerine “tehdit ediliyorum” dediği iddia edilen Çağlar, şalteri indirdikten sonra yayın politikasında HDP’ye yakınlaştılar diyerek iktidarın muhalefete karşı stratejisini yineleyen bir söyleme doğru çark ediverdi. Çağlar’ın görüştüğü ya da görüştürüldüğü İslamcı medya temsilcisi Dağlı da beyanatıyla buna destek verdi. “Türkiye çizgisi” gibi bir habercilik kriteri olduğunu da böylece kendisinden öğrenmiş olduk! Halbuki “Türkiye çizgisi” dedikleri şey halkın haber alma özgürlüğü önündeki ne büyük engel.

Olay TV hadisesinden siyasetin çıkaracağı çok ders var. “Merkezi ihya etme” projesinin bugünün Türkiyesinde imkân dahilinde olmadığı gerçeği bu derslerin başında geliyor. “Merkez”den kast ettiğimiz yalnızca medya değil siyaset de buna dahil. Gerçek bir değişimi değil de “mış gibi yapmayı” önceleyen, sermaye lehine çalışan sınıfların taleplerini soğuran, toplumsal arayışları sahte bir uzlaşma hikâyesine hapseden merkez siyasete “dönüş”, kitlelerin arkasında duracağı gerçek bir seçenek olamaz. Halkın beklentisi açlıkla, yoksullukla, yolsuzlukla, bağnazlıkla açıkça ve korkusuzca mücadele edilmesidir. Böylesi bir mücadelenin araçlarının medyadan sokağa her alanda kurulması cesaretinin gösterilebilmesidir. Aksi durumda sağ vasatın temsilcisi olan Çağlar gibiler, Uzan gibiler karabatak misali ortaya çıkıp iktidarın ekmeğine yağ sürmeye devam ederler.