Türkiye’nin gündemi çok değişkendir ve bu yaygın bir espridir de. Ancak yıllardır ilk kez İngiltere için gündemin bu kadar kalabalık olduğunu görüyoruz. Geçen yıl neredeyse yaprak kıpırdamazken genç dokorların sözleşme değişikliğine karşı grev ve protestolarından başka bir konumuz yoktu. Şimdi ise her gün bir meselemiz var.

Avrupa Birliği referandumunun sersemletici etkisi geçti ve geriye her gün cazibesini biraz daha yitiren bir ülke kaldı. Sterlin düşmeye devam edecek gibi görünüyor ve Londra’yı AB ile ticaret için uygun bir üs olarak gören pek çok şirket taşınma planları yapıyor. AB’den çıkalım diyenlerin hepsi postu serdi ve ortalıktan kayboldu. Boris, Nigel, Michael... hepsi arazi. Bu tuzu kuruların bıraktığı yerde ise her zamanki gibi en alttakiler yanmaya devam edecek.

Bu esnada Muhafazakar Parti lider adaylarını belirledi. Önümüzdeki 4 yıl boyunca süper tutucu bir başbakanımız olacağı artık kesin gibi. Eski içişleri bakanı Theresa May göçmenlerden, eşcinsellerden ve daha nicesinden hazzetmeyen bir demir leydi. Onun karşısında ise şimdiye dek adı pek duyulmamış olan ama en önemli meziyetinin ‘anne olmak’ olduğunu geçen hafta fark ettiğimiz Andrea Leadsom var. Leadsom en az Theresa May kadar çeşitliliğe tahammülsüz. Muhafazakar Parti için uygun ama ülke için o kadar da hayırlı olmayan ortak özellikleri iki kadın da bankacı. May ve Leadsom’un AB’den çıkış kararı uygulamaya geçildiğinde kurtaracak pek çok dostları olabilir.

Ülke tarihinin ikinci kadın başbakanı olacağı için buna haklı olarak sevinenler olabilir. Eminim uzun vadede toplumsal bellekte bunun olumlu bir etkisi kalacaktır. Thatcher öldüğünde ‘cadı öldü’ diye sokak partileri yapıldığını unutmamak gerek.

Muhafazakarlar ülke gündemini ve referandum dolayımıyla kısmen de geleceğini karartırken İşçi Partisi bir anda karıştı. Referandumda Jeremy Corbyn’in yeterince heyecanlı olmadığını üleri süren İşçi Partili milletvekilleri kazan kaldırdı. Yaklaşık yüzde 80’in imzasıyla Corbyn güven oylamasını kaybetti ve şimdi orada da liderlik kavgası var.

Corbyn’in aday dahi olamama ihtimali olan liderlik oylamasından partinin daha zayıf çıkacağı neredeyse garanti. Diğer lider adayı Angela Eagle, muhafazakârların kadınlarına kıyasla tercih edilebilir bir isim gibi görünüyor. Ancak Eagle hem Irak’ın işgaline hem de Suriye’nin bombalanmasına destek vermiş bir vekil olarak cennet vadetmiyor. İşçi Partisi, sendikaların ve parti üyelerinin ezici bir çoğunlukla seçtiği liderini alaşağı ederse herhalde ironiler tarihine geçecek.

Tam bu sırada gelen Chilcot’un Irak Raporu partiyi biraz daha sarstı. Eski lider Tony Blair yasal olarak ucuz atlatmış olmasına karşın vicdanlarda savaş suçlusu ilan edildi. Bu parti için hem iyi hem kötü.

İyi, çünkü Irak Savaşı ve sonuçları hem ülkenin hem de partinin üzerinde bir yüktü. Şimdi parti içindekiler için özellikle zamanında zamanın başbakanına ve savaşa karşı çıkmış olanlarla daha solda bir siyaset yapma imkânı arttı.

Kötü, çünkü en nihayetinde İşçi Partisi hükümetinin öncülüğünde girilmiş bir savaşın yasadışı olduğu ve haksız yere yapıldığı ve de bu savaşla ilgili hemen her şeyin çok beceriksizce ve özensizce yapılmış olduğu ortaya çıktı. Bu miras mutlaka seçimlerde İşçi Partisi’nin karşısına çıkacaktır.

Siyaseten karamsar biri olarak Chilcot raporundan maalesef çok da anlamlı bir sonuç çıkacağını beklemiyorum. Nitekim üzerinden bir hafta geçmeden nerdeyse unutuldu bile. BBC Dergisi’nde Matthew Syed, Chilcot raporu ve Tony Blair’in Irak savaşı üzerine yorumunda gerçeklerin ve kanıtların insanların kanaatlerini değiştirmediğini aksine daha da güçlendirdiğini belirtiyor. Özellikle de yanlış karar verenlerin kanaatlerinin. Kısaca Tony Blair ve savaş tüccarları Chilcot raporunda verdikleri kararların ve savaşın haklılığını mutlaka bulacaklar. Bu karşıtları için de geçerli. Rapor mutlak bir biçimde savaşın haksız olduğunu gösteriyor.

Milletvekilleri raporu detaylı olarak inceledikten sonra, Parlamento iki hafta içinde Chilcot raporunu yeniden görüşecek. Parlamentonun kararları da referandum gibi sadece tavsiye niteliğinde. Dolayısıyla iyi bir tartışmadan öteye sonuç beklemek için çok nedenimiz yok. Chilcot raporundan geriye iki ses kalacak: Birincisi rapordan sonra Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi adına özür dilemesi.

İkincisi ise kardeşini 2005’te Irak savaşında kaybeden Sarah O’Connor’ın sözleri: “Herkesin farkında olması gereken sadece bir tane terörist var bu dünyada, ve onun adı Tony Blair, dünyanın en kötü teröristi”. Bazı sözler çok sert ve güçlüdür ve iz bırakır. O’Connor’ın sözleri de bu türden.

İyi, kötü, çirkin İngiliz siyasetinde sahneyi devraldı. Sakallı iyi adamın durduğu yer ateş altında. Kötüler iktidarda. Çirkin ise şimdilik AB parasıyla inzivaya çekilmiş durumda.

İyi haftalar ve bol şanslar.