Ekonomi yönetim kadrolarının değişiminden sonra finansal piyasalarda olumlu bir hava esmeye başlamıştı. Özellikle politika faizinin hızlı bir biçimde yüzde 17’e yükseltilmesi, “para politikasındaki sıkı duruşun sürdürüleceği” yönündeki açıklamalar ile birlikte kurlarda önemli bir geri çekilmenin yaşandığını gördük. Kasım ayından önce 8,50 liranın üzerine çıkmış olan dolar hızla geriledi. Fakat bu hafta kurların yeniden yükselmeye başladığını görüyoruz. Acaba, cicim aylarının sonuna mı geldik?

Merkez Bankası, dün açıkladığı PPK toplantısı tutanaklarında “gelişmekte olan ülkelerin portföy piyasalarında, iyileşen risk algısına bağlı olarak… yüksek miktarlı girişler görülmüştür” demiş olsa da Türkiye’ye gelen yabancı portföy tutarının azlığı, bu anlamda bizim diğer gelişmekte olan ülkeler kadar sermaye çekemediğimizi gösteriyor.

Yüksek faiz yabancı fon yöneticilerinin ilgisini çekmiş ve ülkeye bir miktar sıcak paranın girmesine yol açtı. Ancak ülkeye gelen sıcak paranın miktarı öyle abartılacak düzeyde de olmadı. Dün Merkez Bankasının açıkladığı verilere göre, Devlet İç Borçlanma Senetlerine(DİBS) gelen para net olarak 3,7 milyar dolardır. Ama daha ilginci bu tutarın 1,7 milyar doları, 18 Aralık 2020 haftasında girmiştir ki o hafta ortalama dolar kuru 7,80 TL seviyesinde idi. Daha sonra gelen para miktarı daha düşüktür. 2021 yılı başından 19 Şubat 2021 tarihine kadar DİBS’e gelen tutar yaklaşık 1,4 milyar dolardır. Borsa İstanbul’dan ise 2021 yılı başından beri net olarak çıkış görülüyor. Yaklaşık 660 milyon dolarlık bir azalma var. Yabancıların DİBS ve BİST’deki toplam net pozisyon değişimine bakarsak, aslında yılbaşından beri giren yabancı yatırım tutarının 728 milyon dolar civarında olduğu ortaya çıkar. Bu da bize gösteriyor ki ülkeye sıcak para olarak girişler çok azalmıştır.

Her ne kadar girişler neredeyse durma noktasına gelmiş olsa da, daha önce giren parayı dikkate aldığımızda kurların düşmeye devam etmesi, önceden gelmiş olanlara önemli bir kar fırsatı sunacaktır. Dolayısıyla, yabancı bankaların raporlarında kurlarda geri çekilmenin devam edeceğini hatta yılsonunda doların 6,20 lira seviyelerine kadar düşeceğine yönelik değerlendirmelerin de hızla servis edilmeye başlanması hiç de sürpriz bir durum değildir. Dışarıdan kurları önemli ölçüde düşürecek para gelmediğine göre, yabancı bankaların düşük kur tahmini nasıl gerçekleşir? Evet, doğru bildiniz. Bizim vatandaşlarımızın döviz hesaplarını bozdurması ile. Ancak açıklanan veriler gösteriyor ki, DTH’larda bir çözülme değil, aksine bir artış söz konusu. Yani halkımız yabancıların “hadi bozdur” önerilerine kulak asmıyorlar. Haksız da değiller. Bir ara 6,90’a kadar gerileyen dolar bu yazının yazıldığı saatlerde 7.24’den işlem görmekte idi.

Politika faizini değiştirmeden, zorunlu karşılıklar üzerinden piyasa faizlerini artırmaya çalışan ve bu nedenle karşılık oranlarını tüm vadeler için 200 baz puan artıran Merkez Bankası’nın bu hamlesi de pek etki etmeyecek gibi görünüyor.

Şimdi yeniden bir faiz artırımı beklentisi piyasalarda oluşacak. Para Politikası Kurulu’nun Mart ayında yapacağı toplantıda faizlerin artırılması gerektiği yönünde görüşler ifade edilmeye başlanacak. Özellikle ABD Hazine tahvillerinin faiz oranlarının yükseldiği bu dönemde TL’ye verilen faizlerin yeterli olmadığı söylenecek.

Hatırlayacaksınız, yönetim kadrolarındaki değişim ile birlikte, içinde “reform” geçen çok sayıda açıklama gelmişti. Ama bunlar da çabuk unutuldu. Fakat kurlar yeniden hareketlenince bu konu yeniden servis edilmeye başlandı. Hazine ve Maliye Bakanı “ekonomide reform paketinin” Mart ayı ortalarında Cumhurbaşkanı tarafından açıklanacağını duyurdu. Bu da Merkez Bankasının faiz kararı öncesi iktidar tarafından bir hamle olarak yorumlanabilir. Ama şunu da soralım: yapılması gereken reformların ne olduğunu ver bunların nasıl hayata geçirileceğini tespit etmeleri beş ay mı sürdü? Bu kadar uzun zamana neden ihtiyaç duyuldu? Ya da şöyle soralım: reform açıklamaları ile kur hareketi arasındaki korelasyon güçlü bir biçimde devam ediyor mu?