Cenajans’ın kocaman binasının arkasında yoldan bakınca görülmeyen birkaç gecekondu vardı. Ciguli bu gecekondulardan birinde yaşıyordu. Onu ilk gördüğümde kedi sanmıştım, meğer köpekmiş. Ufacık boylu, her daim yavru köpek gibi görünen ve tüm kirine rağmen yine de bembeyaz bir köpekti.

Çok uzun zamandır selamlaştığımız ama hiç konuşmadığımız için adı hep “Abi” olan, bir abinin köpeğiydi. Abi, Cenajans’ın arka duvarındaki gecekondusunda oturur, bahçesinde Ciguli ile oynaşırdı.

Gitgide Ciguli’yle daha samimi olduk. Sabahları arabamı park etmek için arka otoparka doğru girerken Ciguli ile karşılaşacağım anı heyecan ve mutlulukla beklemeye başladım. Kapıyı açar açmaz Ciguli’nin aşağıdan bakan gözlerini görürdüm ve bu beni çok mutlu ederdi.

***

Ciguli’yi “Oy, oy, oy” diye severdim. Kendinden geçerdi. Hoplar, zıplar, yere yatıp karnını okşatır, üstüme çıkmaya çalışırdı. İşe geç kalmak pahasına otoparkta dakikalar geçirirdim. Bazen Abi de yanımıza gelir, “Ne oy meraklısı adamsın be Ciguli” derdi. “Oy” tüm köpeklerin en sevdiği söz olabilir, bu sözcüğü duyar duymaz kuyruklarını sallamaya ve neşeli danslar etmeye başlarlar. Oy konusunda köpeklerin siyasetçilerden iki farkı var: Sadakat ve sevimlilik.

Zaman geçtikçe Ciguli benim peşimden ajansa kadar yürür oldu. Abi bu durumu hem anlayışla hem kaygıyla karşılıyordu. Ciguli ajansın bahçe kapısına kadar geliyor, ben bahçeden yürüyüp binanın içine girene kadar arkamdan bakıyordu. O kadar sevimliydi ki, asık yüzlü olma eğitimi alan güvenlik görevlileri bile Ciguli’yi görünce yumuşuyordu. Çünkü Ciguli’ye bakıp gülümsememek elde değildi.

***

Bir gün Abi’ye sordum. “Ciguli peşimden gelmek istiyor. Benimle ajansa girsin mi? Sizin için bir sakıncası var mı? Sıkılırsa geri getiririm.”

Abi bir Ciguli’ye, bir bana baktı. Birkaç saniye sessiz kaldı. Mendebur Ciguli, bu gerilimi yaşıyormuş gibi bekledi ve ‘baba’sı nihayet “Pekâlâ” deyince de kuyruğunu sallamaya başladı.

Retina, zetina, parmak izi, dna kontrolü isteyen kapıları bir bir açıp Ciguli ile reklam dünyasının mabedinin içine girdik. İki yüz çalışanın olduğu ve çoğu insanın birbirini tanımadığı ajansta Ciguli bir anda en meşhur kişi oldu. Müşteri temsilcilerinin arasından dalıyor, startejik planlamadan çıkıyordu; Telsim grubunun içinde dans edip, Yaşar grubunun ortasında zıplıyordu.

***

Gecekondu güzeli Ciguli artık herkesin aşkıydı. Onun bu hızlı “sınıf atlaması” haber değerini artırıyordu. “Arkadaki gecekondudan geldi, ajansı zaptetti,” diye başlayan cümlelerin şehveti; ilginç bir şekilde hemen herkesin kendisiyle Ciguli arasında özdeşlik kurmasından kaynaklanıyordu.

Ciguli ajansa hiç yabancılık çekmedi. Sanki doğma büyüme oralıydı ve sanki her yeri bizden daha iyi biliyordu. Artık her sabah Ciguli ile birlikte ajansa giriyordum. Normal zamanda bana selam vermeyen soğuk tipler Ciguli’nin hatırına “Ooo, hoşgeldiniz” diyordu.

Ajans bahçesinde onlarca köpek olmasına rağmen, bina içine köpek sokulmazdı. Arada sırada Feryal Pere’nin oyuncu Golden’ı teşrif etse de, kirli bir sokak köpeğinin içeride dolaşmasına birilerinin karşı çıkmasını bekliyordum. Ama böyle bir itiraz hiç gelmedi. Bunun nedeni belki ajansın sahibinin de köpek delisi olması, belki kimsenin bana bulaşmak istememesi veya belki (ki en mantıklı açıklama bu olmalıydı) Ciguli’nin inanılmaz sevimliliğiydi.

***

Ciguli kısa sürede ajansın demirbaşı oldu. Gün içinde ayaklarımın dibinde uyuyor, atölyede bir yürüyüşe başlarsam hemen uyanıp peşimden geliyordu. Akşamları beraber çıkıyorduk. Ben arabama binerken, o da gecekondusuna giriyor, koşturmayla geçen bir günün yorgunluğuyla “babasının” kollarına atlıyordu.

Nail Keçili’nin kızı Nazlı da köpeklere bayılırdı. Ciguli’yi o da çok seviyordu. Ciguli, Nazlı ile birlikte yönetim kurulu toplantılarına da girmeye başladı. Uzun bir toplantıdan çıktıktan sonra bir baktım ki, Ciguli kuaföre gitmiş, harika bir kırmızı tasma takmış ve özel şampuanlarla öyle bir yıkanmış ki büsbütün kartopuna dönmüş.

O gece Cenajans’ta bir parti vardi. Ciguli partinin de yıldızı oldu. Hülya Avşar Ciguli’yi görünce bir çığlık attı, onu kucağına alıp uzun uzun sevdi. Ertesi gün tüm magazin basınında Hülya Avşar ve kollarındaki Ciguli vardı. Televizyonlar günlerce bu minik köpeği konuştular. Hatta bir magazin gazetesinde “Gecekondudan Zirveye” başlıklı bir haber çıktı. “Zirve” Hülya Avşar’ın kollarıydı.

***

Bir gün bankaya giderken Ciguli’yi de yanımda götürdüm. Ciguli’yi yolda araba tuttu ve kusmaya başladı. Arabayı durdurup temiz hava alması için pencereyi açınca birden arabadan dışarı atladı. Dört patisinin var gücüyle evinin yönüne koşmaya başladı. Yeniköy İstinye arasındaki rampada Ciguli önde ben arkada trafiği alt üst eden çok tehlikeli bir kovalambaç oyununa başladık. O gün ikimiz de nasıl ezilmedik bilmiyorum.

Bir iki gün sonra Ciguli’nin ölüm haberi geldi. Sanırım benden görüp bir başkası da onu arabasına almış ve pencereyi açar açmaz Ciguli yola atlamış. Var gücüyle evinin yönüne koşarken bir arabanın altında kalmış. Kolay da ölmemiş.

Tüm ajansı sessizlik kapladı. Kimse bir yorum yapmadı. Ciguli hayattayken “başarısı”ndan pay çıkarmak herkesin işine geliyordu. Oysa şimdi hepimiz kendi uğursuz iç sesimizin yankılandığı mağaralara çekilmiştik.

Gecekonduya gidip “Abi”nin kapısını çaldım. Çok üzgün olduğu belliydi. Ben de çok üzgündüm. O kısacık anda hiç ses çıkarmadan uzun uzun konuştuk.

Büyük akordiyon sanatçısı gerçek Ciguli dilerim uzun ve sağlıklı bir hayat yaşar.

Azer Bülbül’e, Whitney Houston’a, Amy Winehouse’a; zirvenin sahte kucağından kaçıp evine koşmak isteyen tüm yalnız yıldızlara selam olsun.

NOT: Bayram gününde sizlerle 12 yıl önce BirGün’de yayımlanan bir yazımı paylaşmak istedim. İyi bayramlar.