Çocuklara yönelik zulmü durdurmalı. Durduramazsak da, duyurmak gibi görevimiz var. “İnsanlık çocuklara en iyisini sunmayı borçludur” diye yazıyor, 1924 Cenevre Beyannamesi… “En iyisini sunmak” diyor! Peki, çocuklara “en iyisini sunacak” kapılar mı yoksa zulmün kapısı mı açık? Bu dünyada çocuklara yönelik taciz, sömürü, acı, açlık ve ölüm cehenneminin kapısını açanlar, siyasal günahlarını ve cehennemleştirdikleri dünyanın gerçek yüzünü örtmek için dinselleştirilmiş eğitimle, çocuklara uhrevi sanal cennet kapıları vaat ediyorlar. Bu dünyayı cennet olarak sunmuyorlar. Mazlumiyetin adı çocuklara zulmiyetin kapısını gösteriyorlar. İnsanlar çocuk kalmayı, devlet ve din de çocuk haklarını unuttuklarında, iyiliğin değil, kötülüğün kapıları çocuklar için aralanıyor. Siyasi ve dinci tüm kötülük en sinsi tuzaklarını özellikle ve genellikle yoksul çocukların dünyasına kuruyor. Okulda, sokakta, işyerinde, sanal, uhrevi ve dünyevi hayat, çocukları çirkinlikleriyle kuşatıyor. Dincilik de önce yoksulun kapısını çalıyor. Din eğitimi, din okulu, din siyaseti, “din, iman”, “yerli milli” edebiyatı ile çocuklara “şeriat andı” içirip “kutsal cihad” için hazırlıyor. “En yüce, kutsal mertebe” denilen “şehitlik”, genellikle ve özellikle yoksulun çocuklarına düşüyor. Ölüm haberleri yoksulun adresine ulaşıyor. Gözyaşı ve ağıtlar orada sel oluyor. Sermayenin, dinbazın ve iktidarın çocuklarına da “din ve iman” yerine, ihaleler, rantlar, han ve hamamların kapıları aralanıyor.

Devletin koruması altındaki okulda, o “yerli ve milli” elbise giydirilen 13 yaşındaki 6 kız çocuğuna cinsel istismarda bulunmaktan sanık, “öğrenciler yanlış anlamış olabilir” diye berat ettiriliyor! Yanlış anlayan çocuk “zalim yalancı” olunca, sanık “masum” oluyor!

Kot pantolon giyen kız çocuğa “cehennemlik” diye, “yerli ve milli” fetva veren imam, kamu görevine ve devlet maaşı almaya devam ederken, suçlu yine kot ya da etek giyen kız çocuğu oluyor!

115 kız çocuğu! Cinsel istismar sonucu hamile kalıyor! Çocuk sahibi çocuklar oluyor! Yoksullar, mülteciler! Kimsesizler…

Kamu hastaneleri sesi çıkmayan hamile çocukların sessizliğine, çığlık olamıyor. Cinsel istismar sonucu hamile kalmayı meşrulaştırıyor. ‘Hamile çocuklar’ ve bu skandalı ortaya çıkaranlar ‘suçlu’, ‘masum’ ise bu sessizliğin arkasındakiler oluyor!…

Devletin din uleması kurumu; “9 yaşındaki kız çocuğuna nikâh kıyılabilir” diyor. Gelen tepkileri, “Diyanet kız çocuklarının erken yaşta evlenmesini desteklemiyor” diye açıklama yapsalar da, DİB yayınları ve web sayfasında bu rezil görüş kalmaya devam ediyor.

Ya çocuk cezaevleri? Hafızalarımızdaki diriliği ile Pozantı, Kürkçüler, Şakran, Antalya ve Sincan Çocuk Ceza İnfaz Kurumları’ndan geriye kalan hakikatler var. Çocuklara işkence, kötü muamele ve onur kırıcı muameleler! Cezaevlerinde sadece 35 günlük tek bir Akif bebek yok. 0-6 yaş arasın tam 700 bebek-çocuk cezaevine yaşıyor.

Son 10 yılda çocuklarımızı kuşatan uyuşturucu kullanımındaki artış, artan yoksulluk ve çökmekte olan eğitim sistemiyle doğrudan alakalı hale geliyor. İnsanlık adına utanç verici, çocuk haklarına dair ihlallere çözüm bulunamıyor. Aslında çocuk masumdur. O çocuktur. Çünkü iyi, güzel, doğru, samimiyet ve dürüstlük gibi değerler sadece çocuktadır. Çünkü önyargısız, yalansız, doğal, saf ve masum olan ruh ve düşünce sadece çocukta vardır. Çocukları çocuklar, bir de çocuk olduğunu unutmayanlar anlayabilir. Ve çocuk en harika varlıktır. Onları kadının yaratıcı kerametine borçluyuz. Çocuk özgürlüğün sunulmasını sever. Hem meraklıdır hem de duyarlıdır. Hayat doludur. O hayatın içinde onu güçlü kılan doğal sevgisidir. Kirlenmemiş ruhundan coşar sevgisi. Bencil olmadığı için sevgisi etrafına yayılır. Herkesin donuk ve ruhsuz bakışlarını onun sevgisi ışıldatır. Tek zayıf ve güçsüz yanı ise, çocuk bağımlı bir varlıktır. Ailesi, okulu, devleti bu bağlılık üzerinden onun geleceğinde hak sahibi olmak isterler.

Çocuk özgürken bile, aslında özgürlüğünün gasp edildiğini sonradan fark eder. Çünkü çocuk, kendisi olunmasına izin verilmediğinin farkındadır. Çocuk, çocuk olmadan, hakkında hüküm verilmiş varlıktır. Aile “güzel meslek sahibi iyi bir evlat” ister, devlet “düzene uygun iyi bir yurttaş”, ordu, “vatanı için ölmeye ve öldürmeye hazır bir asker”, din ise ondan “iyi bir kul” olmasını bekler. Siyasi iktidar ise kendi ideolojine bağlı itaatkâr, dindar ve kindar bir neslin üyesi olmasını öğütler. Oysa çocuklar, doğuştan kazandıkları insan ve çocuk haklarıyla bu dünyaya katılırlar. Ama okullar onlara hak kullanmayı değil, itaat etmeyi öğretiyor. Sermayenin patronları ise sömürülecek çocuk emeği görüyor.

Dinsel ve askeri disiplin altında çocuk olmadan, yetişkin hale getiriyorlar. Yaşlılar gibi düşünen, onlar gibi davranan, dilleri ve kalpleri ihtiyarlaştırılmış gençlerden “süper zekâlı” diye bahsediyorlar. Çocuk kalanlara ise “halen çocuk gibi davranıyor, bir türlü büyümedi” diye “geri zekalı” diye damgalıyorlar. Devlet ve egemen ideolojiler mutlak otoriterliklerini en zayıf ve masum olanlar üzerine kuruyorlar. Oradan tecrübe ediniyorlar. Oysa çocuk, çocuk gibi ve haklarıyla yaşarsa, hem kendisinin hem de toplumun mutluluğunun kapısını açar ve büyüklere “en iyisini sunar.”