“Koronavirüs tanısı konan öğrenciler ayrı binalarda sınava girebilir, öğrenci hastanedeyse sınav hastanede olur.”

Milli Eğitim Bakanı tarafından Liselere Geçiş Sınavı’na (LGS) günler kala yapılan açıklama...

Hastanede, karantinada olan yaşamına dair ciddi endişeler yaşayan gençlere bu sınavlar niye dayatılır?

Salgın yayılımının “yeni normal” ile birlikte arttığı günlerde yüz binlerce gence sağlık, yaşam kaygısı neden yaşatılır?

Salgın yayılım riski nedeniyle LGS 7 Haziran’dan 20 Haziran’a ertelenmişti. 7 Haziran’da vaka sayısı 914 iken 16 Haziran itibariyle vaka sayısı bin 467’ye ulaştı. Artan vaka sayıları ile öğrencilerin, öğretmenlerin, sınavlarda görev alacak eğitim emekçilerinin, velilerin kaygıları artıyor. Salgının bu kadar yoğun devam ettiği bir dönemde uzmanların, bilim insanlarının uyarılarına rağmen karar alıcıların sınavların yapılma ısrarını sürdürmesinin rasyonel, bilimsel hiçbir karşılığı yok... Vaka sayılarının arttığı gerçeklik üzerinden sınavlara ulaşımda, sınavların gerçekleştirilmesi ve sonrasında yoğun bir hareketliliğin yaşanacağı ve salgın yayılımın artacağı yüksek bir olasılık... Bu ısrarın, tercihin nedeninin de alınan her kararda olduğu gibi öğrencilerden, eğitim emekçilerinden, halktan yana değil sermayenin, siyasi iktidarın tercihlerinden yana olduğu ise çok açık...

Geçtiğimiz günlerde Kocaeli’ de Milli Savunma Üniversitesi sınavı sırasında bir öğrencinin rahatsızlanması sonrası hastaneye kaldırılması ve Covid-19 tanısı konması, aynı sınıfta olan öğrencilerin de sınav sonrası karantinaya alınması yaşanılan kaygıların haklılığının somut göstergesi, kanıtı oldu. Hastaneye kaldırılan ve karantinaya alınan öğrencilere yaşamları boyunca unutamayacakları bu kaygıyı yaşatmaya kimsenin hakkı yok!!!

Eğitim ve sağlık hakkı birbirinden ayrılamaz en temel , yaşamsal haklardır. Sınava sayılı günler kalmasına rağmen karar alıcıların hala LGS, YKS sırasında bir sınıfta kaç öğrencinin olacağı, ortak kullanım alanları ve oturum aralarında fiziksel mesafenin nasıl korunacağına dair önlemleri açıklamaması ise yaşatılan haksızlıkların; siyasi iktidarın öğrencilerimizin geleceklerine, yaşamlarına verdiği “değerin” fotoğrafıdır. Sınavsız, her öğrencinin istediği okulda eğitim görme hakkını esas alan kamusal eğitimin tartışılmaz bir hak olduğu gerçekliğine, yaşamsal kaygılara rağmen merkezi sınavların gençlere dayatılmasının en ağır sonuçlarını yaşıyoruz.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ben TEOG olayını istemiyorum ve bunu da artık yanlış buluyorum” sözlerinden 84 saat sonra liselere geçiş ve devamında üniversite sınavlarında değişiklik kararlarının açıklanmasının gençlerde yaşattığı travmanın çok daha ağırı salgın döneminde yaşatılıyor. Bu egemen dil, merkezi sınavlarla yaratılan bu çember çocukların, gençlerin yaşamlarının en güzel dönemlerinde ebeveynleriyle birlikte kaygı, mutsuzluk üretmeye devam ediyor, karar alıcıların sorumluluğunu, toplumsal eşitsizliği gizliyor.

Sınav için, sermayenin, siyasi iktidarın ihtiyaçları için değil, kamusal ve toplum yararına eğitim için yürüttüğümüz mücadelenin haklılığının her geçen gün daha da güçlendiği salgın günlerinde bu kuşatmadan çıkış yolunu örgütlemek mücadeleyi yükseltmekle mümkün...

15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi’nin ve 17-18 Haziran 1995’ te sahte sendika yasasına karşı yüz elli bin kamu emekçisinin Kızılay Direnişi’nin yıl dönümünde emeğimize, haklarımıza sahip çıkmanın, mücadele tarihini yazanların haykırışları aynı zamanda çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakma mücadelesinin de haykırışıydı. Bu haykırışı bugüne daha da güçlü bir sesle taşımak, örgütlemek bizim ellerimizde...