“Köy Enstitüleri ıssız dağ başlarında veya boz topraklı susuz ovalarda yeşeren bir mihnet ve cesarettir.”

Seçimler bitti. Kuşkusuz ki yerel seçime yoksulluk, tarikatlara, gericiliğe karşı laiklik talebi, emekçiler, emekliler, gençler, kadınlar halkın birleşik muhalefeti damgasını vurdu. Şimdi –toplumsal muhalefetin gücü, örgütlülüğü erken seçimin olup olmayacağını belirleyecek- erken seçimin olmadığı koşullarda dört yıl seçimlerin, seçim gündeminin olmayacağı günler başladı.

Seçim sonrası ülke tarihinin geleceğini belirleyecek olan temel mücadele başlıklarından birisi kamusal, laik eğitim mücadelesi olacak.

22 yıllık iktidarları boyunca “kindar ve dindar nesil” yaratacağız diyerek yola çıktıkları ve doğdukları andan itibaren başka bir iktidar görmeyen nesil tek adam rejimine oy vermedi. Bu rejim eğitim hayatları süresince o gençlere eşitsizlik, geleceksizlik vadetti. Sınıfsal eşitsizlikleri en uç haliyle yaşattı.

22 yılın sonunda ise eşitsizliğin de ötesine geçen bir gerçek, yoksulluktan kaynaklı ülke tarihinin en büyük okul terkleri yaşanıyor. Emekçilerin çocuklarının gelecek yaşantılarını değiştirmek için tek umut olan eğitimden halkın çocukları vazgeçmek zorunda bırakılıyor.

22 yılın sonunda en az dört milyon çocuk, okulda olması gereken her beş çocuktan biri çocuk yaşta işçileştirilerek, evlendirilerek, kamu kaynakları kamusal eğitime değil şirketleşmiş tarikatlara peşkeş çekilip, onlara mecbur bırakılarak örgün eğitim dışına çıkarıldı. Milyonlarca çocuk ise eğitimin paralılaştırılmasından kaynaklı eşitsizliği her geçen gün en ağır haliyle yaşıyor. Türkiye’de eğitim artık parayla alınıp, satılan bir meta.

∗∗∗

17 Nisan Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümü. Bugün halkın çocukları akın akın okulları terk ederken, “parası varsa ve parası kadar eğitim”le karşı karşıya bırakılmışken en yoksul köylerden yırtık çarıkları, şalvarları ile çıkan o köy okullarındaki çocuklar eşit, parasız kamusal eğitime ulaşabildi, o çocukların sayısı 380 bin küsur iken 1 milyon 150 bine ulaştı. Ülke 21 “eğitim kesimine” bölünerek eşitlik esas alındı.

Köy Enstitüleri’ne tarımsal üretimi artırmaya yönelik işlev atfedilmesi, sınıf kavgalarını önlemesi özetle kapitalizmin, sistemin ihtiyaçları bazı siyasi saikler açısından temel alındı. 1940’ta nüfusun yüzde 75,6’sını oluşturan kırsal nüfusun “rızasını almak” hayati önemdeydi. Ancak kazanan o saikler olmadı. Köy Enstitüleri’nin bu topraklarda yarattığı hakikat kanıtladı ki enstitüler bu topraklarda eşitlik, aydınlanma mücadelesinin yaratıcıları, toprağa bu tohumları ekenleri oldu.

∗∗∗

Irkçılığa karşı yurtseverlik kavgasıydı aynı zamanda Köy Enstitüleri. Köy Enstitüleri’nin “Orta Asya’da tufanı, Mısır’da halifeyi, Mohaç’ta kırbacı, Viyana’da mengeneyi, Kosova’da tırpanı…” doğuran olacağını söyleyenlere karşı enstitülerin fikri öncüsü Tonguç Köy Enstitüleri’ni toplumsal eşitlik ve adalet için “halka rağmen halk için” değil, halkla beraber halk için bir imkân olarak gördü.

Köy Enstitüleri’ne karşıt yakın tarihimizde oluşan ırkçı, siyasal İslamcı, liberal, kimlikçi koalisyon o günlerde de vardı. O günlerde de birlikte hareket ettiler. O günlerde de eşitlik, laiklik, aydınlanma düşmanlığı noktasında birleştiler.

Enstitülerin “aşağıdan mı yukarıdan mı?” tartışması o günlerin temel tartışma başlıklarından biri.

Köy Enstitüleri’ne ilişkin temel tartışma yakın zamanda da dillendirildiği gibi “Ayaklar baş mı olacak?” tartışması aslında. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına uzanan o kavganın nedeni sınıfsaldı. Ülkenin “…dağlarında, bayırlarında, kırlarında hatta en ücra yerlerinde kendi kendine açıp solan çiçek bırakılmayacaktı.”

Ayaklar baş olacaktı.