“Yargı dağıtmak” diye son yıllarda dile karışmış bir ifade var. Bazen sert ve hüküm verir şekilde konuşan (amiyane tabiriyle ayar veren) biri için, bazen iyi oynayan bir futbolcu ya da konsol oyunu oyuncusu için kullanılıyor. Çoğu kez takdir ifadesi olmakla birlikte ‘yargı mı dağıtıyorsun?’ diye soru formuna dönüştüğü zaman ‘haddini aşma’ anlamına da gelebiliyor. Çok hoşlandığım bir ifade değil. Kullanmamaya çalışıyorum ama dil yaşayan bir organizma olduğu için ‘yanlış’ diyerek de içinden çıkamam. Bildiğim, böyle bir kalıp önceden Türkçe’de yoktu. Böyle Türkçe olmaz diye dil komiserliğine de soyunamam. Ancak fark ettiğim bir şey var ki bu “yargı dağıtma” işi sosyal medya üzerinden hep bir ağızdan yapılınca asıl yargıyı yani adalet kurumlarını da etkileyebiliyor. Bu şekilde gözaltı, tutuklama kararları alınabiliyor, alınan kararlar geri çektirilebiliyor. Kimi zaman ‘kamuoyu baskısı’ halini alıp gerçekten olumlu sonuçlar da verdiği oluyor. Kimi zaman bir tarafı, kimi zaman öteki tarafı memnun edebiliyor. Üzenine “sosyal medya mahkemesi kuruldu, karar Twittay’dan (Yargıtay, Danıştay benzetmesiyle) döndü” gibi espriler yapılabiliyor.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, bu sosyal medyadan toplu yargı dağıtma alışkanlığımızın sonuçları üzerine biraz birlikte düşünelim istiyorum.

HUKUK BİLİYOR MUYUZ?

Yazının derdi arada kaynamasın diye somut örnekler üzerinden gitmeyeceğim. Ancak bir iki ay öncenin popüler tartışma konularından biriydi. Konuyla ilgili Twitter’a yargının kararını eleştiren, kinayeli bir yorum yazdım. Tarafsızlığına güvendiğim ve muhalif olduğunu bildiğim bir avukat arkadaşım özel mesaj yoluyla ulaştı ve o dava dosyası ve delil durumu üzerinden, mevcut hukuk normlarına göre hiçbir hakimin tutuklama kararı veremeyeceğini iletti. Ancak sosyal medya mahkemesi tutuklamaya çoktan karar vermişti. Ben de bu mahkemenin üyelerinden biriydim. Üzerine biraz düşündüğümde hak verdim. Çünkü hukukçu değildim, dava dosyasını incelememiştim, delil durumunu bilmiyordum. Buna rağmen sadece vicdanım ve sosyal medya üzerinde dolaşan bilgi üzerinden kanaat getirerek eleştiride bulunmuştum. Yorumumu fazla yayılmadan sildim. Zaten epeydir çok dikkat ediyordum ama bu şekil gaza gelmeler konusunda kendi kendimi bir kez daha uyardım.

ALGORİTMALARI TANIYOR MUYUZ?

Çoğumuzun epeydir bildiği üzere sosyal medya platformları timeline dediğimiz akışımızı her birimize özel olarak belirliyor. Bu sıralamanın oluşumunda takip ve beğeni verilerimiz kullanılıyor. Algoritma doğru veya yanlış olduğuna bakmadan en popüler fikri öne çıkarabiliyor. Biz güvendiğimiz birinin yorumunu görüp hükme varabiliyoruz ama o da başkasına güvenmiş oluyor ama bu zincirin ucu çok yanlış bir yere gidebiliyor. Son dönemde sosyal medya platformları özellikle komplo teorisi ve yalan haberleri öne çıkarma konusuyla ilgili sorumluluklarını kabul edip önlemler almaya çalışıyor ama epey göstermelik. En son Youtube bununla ilgili bir yapay zekâ çalışması müjdeledi ama çok başlangıç aşamasında. Dolayısıyla sosyal medyada en güvendiğimiz kişilerin konuşup hükme vardığı bir konunun ucu bile çok yanlış bir akıl yürütmeye dayanabiliyor. Bir konuda tüm “rakip doğruları” görmezden gelip konunun tek bir perspektifi üzerinden ilerlemiş olabiliyoruz.

TUTUKLAMA KARARININ DOĞASI

Avukat ve eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, Güvenç Dağüstün’ün gazetemizde yayınlanan dünkü yazısında görüş olarak vermiş: “İnanılmaz bir tutuklama slogancılığı başladı. Tutuklama bir tedbir değil de ceza olarak uygulanıyor. Mahkûm olduğu zaman ceza yatmayacak ama tutuklanıyor. Bu olacak şey değil.” Güncel olaylar veya tek bir olay üzerinde değerlendirmiyorum. Kazan’ın ifadesi, sosyal medyadaki slogancılığımız üzerine biraz düşünmemize vesile olmalı. Konulara kutuplaşmanın perspektifinden, ‘bu bizden, bu onlardan şeklinde tenis maçı’ gibi baktığımız sürece bu konu bir gün dönüp her birimizi vurmaya aday. Herhangi bir konuda doğrudan tutuklama istediğimizde yargının sürecini atlayıp hükmü biz vermiş oluyoruz çünkü. Sosyal medya algoritmaları da buna çok güzel çanak tutuyor. Türkiye’de hukuka olan yaygın güvensizliğin de bunu artırdığını söyleyebilir ve haksız çıkmayız. Ancak “bizim yalan yanlış bilgi ve kanaatle hüküm giydirmeye hakkımız var mı” diye bir durup düşünmemiz gerek artık.