Ne olursa olsun, 2 hafta önce de uyardığım gibi, eldeki veriler ışığında bu virüsün yakın gelecekte ortadan kalkacağını ummak için hiçbir gerekçe gözükmüyor

COVID-19’un sonu için 4 olası senaryo

Her ne kadar ülkeler çoktan normale dönme planları yapıyor olsalar da, epidemiyolojik modellerin hiçbiri normalleşmeyi mümkün kılacak bir gidişata işaret etmiyor. Halen nüfusun çok ufak bir kısmı hastalığı geçirmiş halde, halen aşı yok ve halen ilaç yok. Dolayısıyla normale dönme planları, 2 hafta önceki yazımda da anlattığım gibi, ekonomik kaygıları insan yaşamına tercih etmenin ve sosyal mesafelendirme uygulamaları sayesinde elde edilen kısa vadeli başarıların rehavetine kapılmanın bir ürünü.

Aşı olmaksızın sürü bağışıklığına erişme çabası, milyonlarca ölüme göz yummak demek olacaktır. Çünkü sürü bağışıklığı, zaten aşı bağlamında söz edebildiğimiz bir kavram. Aşı olmaksızın sürü bağışıklığından söz etmek, insanları “vahşi doğa” şartlarına, virüsü ise “doğal seyrine” bırakmak ile eşdeğer olacaktır (bir miktar daha kontrollü olsa bile!).

Eldeki istatistiklere ve bilimsel gerçeklere yönelik hesaplar da bunu gösteriyor. Sürü bağışıklığından söz edebilmek için ileri sürülen en düşük tahminler tüm popülasyonun %40’ının hastalığa yakalanması gerektiğini öngörüyor. Bu sayı, hesabın nasıl yapıldığına ve hangi faktörler göz önüne alındığına bağlı olarak %90’a kadar çıkabiliyor; ancak birçoğu, popülasyonun ortalamada %60-70 civarının hastalığı geçirmesi gerektiğini öngörüyor.

Şu anki tahminlere göre, enfeksiyon bulaşan kişilerin %0.5 ila %1 arasının öldüğü göz önüne alınacak olursa, bu tarz bir sürü bağışıklığına ulaşma yolunda çok fazla sayıda insan ölecektir. Sayılarla konuşacak olursak:

⦁ Dünya nüfusunun 7.5 milyar olduğunu varsayarsak, sürü bağışıklığına ulaşmak için 4.95 milyar insanın hastalığa yakalanması gerekmektedir. 4.95 milyar kişi enfekte olursa, %0.5'lik bir ölüm oranı varsayarsak 24 milyondan fazla insan ölecektir.

⦁ Daha önceden izah ettiğimiz gibi, sürü bağışıklığından söz edebilmek için yetişkin popülasyonun %40-70 arasının enfekte olması gerektiğini varsayarsak, Dünya'daki 5.5 milyar yetişkinin 2.2 milyar ila 3.9 milyar arasının enfekte olması gerekmektedir. %0.5'lik bir ölüm oranı varsayılırsa, 11 milyon ila 19 milyon kişi ölecektir.

⦁ Gerçekçi olmayan düzeyde iyimser olalım ve bu hastalık gripmiş gibi düşünelim. Öldürücülük oranı, ABD’deki epidemiyolojik araştırmaların sezonluk grip için gösterdiği değer olan %0.1 olsun. Yine aşırı iyimser yaklaşalım ve sürü bağışıklığı için bugüne kadar hesaplanan en düşük değeri alalım: %40 enfeksiyon oranı. Bu durumda, sürü bağışıklığından söz edebilmemiz için 7.5 milyar insanın 3 milyarı hastalığa yakalanmalıdır. Bu aşırı gevşek senaryoda bile 3 milyon insan ölecektir.

Tabii tüm bunlar, hastalığa karşı en azından birkaç yıllık bir savunma kazanacağımız varsayımına dayanıyor. Dahası bu sayıların "sürü bağışıklığı" ile ilişkilendirilebilmesi için, toplam nüfusun değil, geriye kalan nüfusun %60 civarının hastalığa yakalanmış ve atlatmış olması gerekmektedir. Yani örneğin son senaryoda "3 milyar" dediğim kişi sayısı, hastalığı atlatanlar olmalıdır ("iyileşenler"). Bunun üzerine ölenleri de eklediğimizde, gerçekte hastalığa yakalanan kişi sayısı daha da fazla olacaktır.

Bunları anlamsız yere korkutmak için söylemiyorum. Elbette bir noktada salgını yenecek ve normale (veya en azından normale daha yakın bir noktaya) döneceğiz. Bu salgın sonsuza dek devam etmeyecek. Peki o nokta nerede? Gelecekte bizi neler bekliyor? Harvard Üniversitesi'nden Stephen Kissler ve ekip arkadaşlarının Science dergisinde yayınladıkları bir epidemiyolojik modeller, bize 4 olası senaryo sunuyor. Bu olasılıkları aşağıdaki görselden inceleyebilirsiniz.

Şekil 1: Science dergisinden alınmış, American Scientist tarafından yeniden çizilmiştir.

covid-19-un-sonu-icin-4-olasi-senaryo-732398-1.

Kıyas olması bakımından, 1 Mart’tan bu yana Dünya’da salgının gidişatını gösteren ve salgının Dünya genelindeki durumunu en iyi görmemizi sağlayan grafik olduğunu düşündüğüm bir grafik hazırladım. Aşağıdan görebilirsiniz.

covid-19-un-sonu-icin-4-olasi-senaryo-732397-1.


Aslında elimizde Ocak başına kadar giden veri var; ancak bir nebze kolay okunması için 1 Mart’tan itibaren aldım. Buradaki kırmızı kutular, hastalığa yakalanıp ölenler. Yeşil kutular, hastalığa yakalanıp iyileşenler. Sarı kutular ise, o gün itibariyle hasta olanlar. Yani “aktif vakalar”. Bu kutuların toplamı ise (yani her bir sütunun toplam uzunluğu), “vaka sayısı” olarak tabir edilen genel sayı. Vaka sayısı, hastalık nihayetinde yeterince kişiye ulaşıp da daha fazla yayılamayacağı noktaya gelince yassılaşacak ve S şeklinde bir grafiğe dönüşecek. Henüz “eğrinin bastırıldığına” yönelik pek bir işaret yok.

Salgını yendiğimizde, sarı kutular da azalarak yok olacak ve geriye sadece “yeşiller” ve “kırmızılar” kalacak. Çünkü her bir vaka ya iyileşecek ya ölecek… Sarı kutuyu oluşturan her bir birey ya yeşil kutuya geçecek, ya kırmızı kutuya… Bu durumda, salgın yenilmeye başlandıkça sarı kutuların çizdiği grafik de de meşhur “çan eğrisi” formunu alacak. Azalarak bitecek.

Tabii 2. bir dalga olup da yeniden yükselişe geçmezse… Görebileceğiniz gibi, sarılarda da son dönemde bir yavaşlama olsa da, halen artış sürüyor. Yani tüm önlemlere rağmen Dünya, halen iyileşen ve ölenden daha hızlı bir şekilde yeni vaka üretiyor. Demek ki bırakın artık gevşeyecek noktaya gelmeyi, henüz gezegen olarak yeterince önlem bile almıyoruz!

İşte bu kutuların oluşturduğu çubukların genel şeklinin, ilk grafiktekilerden hangisine benzeyeceğini zaman gösterecek. Örneğin ilk grafikteki artçı dalgaların yaşanıp yaşanmayacağını ve yaşanacaksa da ne sıklıkla yaşanacağını 2 kritik faktör belirliyor: daha sıcak aylarda virüsün bulaşma dinamikleri ve koronavirüsü atlatan hastalarda bağışıklığın ne kadar sürdüğü.

Modellerden görebileceğiniz gibi, bu yaz salgının bitmesini öngören bir model yok. Çünkü böyle bir beklenti bilimsel olarak makul değil. Salgın belki yavaşlayabilir; fakat Dünya’da halen “hastalığa açık” (yani hasta olabilecek, bağışıklığı olmayan) milyarlarca insan varken, sıcak havalarda bile virüs pek zorlanmadan yayılmayı sürdürecektir. Zaten Avustralya, Brezilya ve tüm test imkansızlıklarına rağmen Afrika’da sıcak havalarda devam eden salgın buna işaret ediyor.

Ne yazık ki şu anda bağışıklığın ne kadar süreceğine dair herhangi güçlü bir bulgu yok ve bu bulgulara erişmek birkaç ay ila 1 yıl kadar sürebilir. Fakat buna yönelik gerçekler, enfeksiyonların belirli aralıklarla yeniden salgına dönüşüp dönüşmeyeceğini doğrudan etkiliyor. Eğer bağışıklık kısa dönemliyse (sezonluk grip gibi veya nezleye neden olan diğer koronavirüsler gibi), o zaman yeniden SARS-CoV-2 salgınları görmek kaçınılmaz olacak.

Öte yandan eğer 2003 yılındaki SARS-CoV-1 salgınında gördüğümüz gibi, bağışıklık yıllarca sürerse o zaman yine döngüsel salgınlar görebiliriz; ancak bunların sıklığı daha ziyade 2 veya daha fazla yılda bir olacaktır. O zamana kadar da zaten ilaç ve aşılar geliştirileceği için salgınla mücadele etmemiz o kadar zor olmayacaktır.

Viral bağışıklık konusunda genel prensip şudur: Vücut, virüse ne kadar şiddetli tepki veriyorsa, direncin de genellikle daha uzun süreli olmasını bekleriz. Ne yazık ki SARS-CoV-2'nin büyük bir çoğunluğu semptomsuz veya hafif/orta şiddette geçtiği için, uzun dönem bağışıklık senaryosu da zayıf bir ihtimal olarak gözükmektedir. Eğer COVID-19 bağışlıklığı gerçekten geçici ise, bu durumda SARS-CoV-2 “sıradan” bir insan virüsü olarak hayatlarımıza girecek, yıl içinde farklı dönemlerde patlak verecek, en iyi ihtimalle ise gribe benzer bir şekilde mevsimsel salgınlara neden olacaktır.

Ne yazık ki hangi senaryonun gerçekleşeceğini kesin olarak bilmek şu etapta imkansız. Fakat veriler geldikçe, epidemiyologlar da modellerini güncellemekte ve gidişatı daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Ancak ne olursa olsun, 2 hafta önce de uyardığım gibi, eldeki veriler ışığında bu virüsün yakın gelecekte ortadan kalkacağını ummak için hiçbir gerekçe gözükmüyor.

Keşke olsa da buradan çok neşeli haberleri sizlerle paylaşabilsem. O günleri göreceğiz; ancak o zamana kadar azimle çalışmayı sürdürmeli, sosyal mesafelendirme ve karantina önlemlerini elden bırakmamalı ve böyle bir virüsün hayatımızda olduğu bir dünyada “normal” bir yaşam sürebilmek için ne tür düzenlemeler yapmamız gerektiğini küresel ölçekte konuşmaya başlamalıyız. Çünkü Polyannacı bir dünya kulağa hoş gelse de, söz konusu bu virüs olduğunda gerçekçi bir model değil.