7 Haziran 2015’ten bu yana daha içinden çıkılmaz bir hale gelen çatışma ortamının umutları tükettiği Türkiye’de çözüm sürecine yeniden dönmek mümkün mü? Bu soruya 15 Temmuz öncesi verilen cevap ‘Kâğıt üstünde olası ama pratikte zor’ şeklindeydi. Saray-AKP cephesi, çatışmanın yarattığı sosyo-psikolojik atmosferden faydalanarak “yeniden seçime” gitti ve tek başına iktidara geldi. 1 Kasım sonrasında beklenti çatışmaların azalmasıydı, fakat kırılgan bir denge üzerinde dans ettiğini bilen iktidar bloku Kürtlerle masaya oturmak yerine MHP’yi ve tüm sağ aktörleri yanında tutmak amacıyla “devletin gücünü” göstermeyi ve Kürt siyasetini köşeye sıkıştırmayı tercih etti. PKK saldırılarının artması ve denedikleri şehir savaşı, devletin Kürtler ve barış yanlıları üzerindeki baskısını artırmasına “gerekçe” oluşturdu. Suriye’deki kazanımlar uğruna Türkiye içinde ödetilen bedel çok ağırdı. Yıkılan şehirler, yok olan hayatlar ve gelecek umutları… İşler bu noktaya gelince Diyarbakır’da okunan Öcalan mektubunun bir anlamı kalmadı. Kürt siyaseti ise 7 Haziran’da yakaladığı rüzgârı çoktan yitirdi.

Hatalar silsilesi

Tarafların “çözüm sürecini” yürütme biçimi baştan sona hatalıydı. Bu tespitten tarafları eşitlediğim izlenimi uyanmasın, yalnızca stratejik ve taktiksel düzlemde yapılan yanlışların iki taraflı ve çok yönlü olduğunu anlatmaya çalışıyorum. İktidar bloku, çözüm sürecini başlarda kendi siyasi projesi olarak sunmayı denedi; işler beklenenden daha karmaşık bir hale gelince ‘Bu devlet projesidir’ demek durumunda kaldı. İkinci tanımlama, askerleri ve diğer tüm güvenlik aktörlerini kapsayan bir iddianın izdüşümüydü. Ancak gerçeğin öyle olmadığı bir süre sonra Oslo görüşmeleri sızdırılınca ortaya çıktı.

Her iki taraf da pragmatik-işlevselci bir noktadan meseleye yaklaşmıştı. İktidar kanadı “milli birlik projesi” dediği sürecin kendi egemenliğini perçinleyeceğini varsaymıştı. Bu varsayımda haksız da sayılmazlardı. Çözüm süreci boyunca Kürt siyaseti, iktidara muhalif kesimlerle ‘mesafeli’ durdu. Kürt siyasi kanadı ise yerelde gücünü tahkim ederek süreçten istifade etti. Ta ki KCK soruşturmalarıyla Kürt siyasetçilerinin ellerine kelepçe takılana kadar.

Hatanın en büyüğü, yüz yıldır mayalanan bir sorunun sadece Erdoğan ve Öcalan’ın inisiyatifi ile çözüleceğine inanılmasıydı. Bu öyle bir noktaya varmıştı ki, iktidarın kalemşorları Öcalan methiyeleri yazmaktan uzak duramadılar. Hazır Öcalan da “İslam kardeşliğinden”, “Eşme ruhundan” dem vuruyordu, “Yeni Türkiye’de” her şey olabildiğince yolundaydı! İktidar kanadı sürecin hukuki altyapısını kurmaktan özellikle kaçarak çözümü tamamen Erdoğan’ın siyasi hamlelerine indirgedi. Fakat başkanlık ve yeni anayasa konusunda direten Erdoğan’ın beklentileriyle mevcut durumun şifreleri uyumsuz hale gelince çıkmaz yola girildi.

‘Çözüm’ yeniden?

15 Temmuz sonrasında iktidar bloku, milli mutabakat diyerek Kürt siyasetini dışarıda bırakmanın rüzgârıyla tam gaz ilerliyor. Bir yandan belediyelere kayyım atayarak, bir yandan barış aktivistlerine gözdağı vererek bir yandan da HDP’li milletvekillerine karşı tutuklama kartını oynayarak el yükseltiyor. Bütün bu süreç de, OHAL rejiminin iktidara sunduğu imkânlarla yürütülüyor.

Öte yandan 15 Temmuz’dan sonra Kürt siyaseti bileşenlerinin ilk büyük siyasi hamlesini Öcalan için açlık grevi olarak belirlemesi tesadüf değildi. Kürt siyaseti Öcalan’la görüşmelerin yeniden başlatılmasını epeydir talep ediyordu. Öcalan’ın kardeşine bayram görüşmesi adı altında verilen izin ve Diyarbakır’da okunan mesajın ardından da açlık grevinin kesilmesi, iktidarın kapıyı araladığına dair bir gösterge olarak okunabilir mi bilmiyoruz, fakat bunun ‘alelade bir izin’ olmadığı da açık. Ziyaretle ortaya çıkan başka bir gelişme Öcalan’ın ‘sekretaryasının’ dağılmadığı ve ‘çalışmayı’ sürdürdüğü. Öcalan “6 ayda çözülür” derken 15 Temmuz sonrası ortamdan yararlanmak istediğini açık ediyor. Zaten orada burada çözüm sürecini FETÖ’nün baltaladığı yazılıp çiziliyor ve böylece saydığım hataların üstü örtülüyor.

İktidar kanadı, Cerablus operasyonuyla başlayan yeni dönemin Suriye’deki denklemi kısmen değiştirdiğinin farkında. Azez-Rai hattındaki gelişmeler hesaba katılırsa, oluşan yeni tabloya göre Kürtlerin taktik değiştirmesi de kaçınılmaz. İktidarı, HDP’yi -bu haliyle- oyun dışına iten bir hamlenin peşinde. HDP ise Öcalan üzerinden yeniden sürecin parçası olmanın ve mevcut sıkışmışlıktan kurtulmanın planlarını yapıyor gibi görünmekte. Bu şartlar altında çözüm sürecine dönülebilir mi sorusunun cevabı, iktidarın bundan bir çıkarı olup olmayacağı noktasına düğümlenmiş durumda.