Bu köşede daha önce yazdığım üzere, dünyanın neresinde kim bir yerden bir yere göç ediyorsa bunun altında bir çatışma, bir gerilim, bir rahatsızlık, bir yoksulluk veya bir yoksunluk algısı yatar.

Algı diyorum çünkü herkes her durumu aynı algılamaz ve dolayısıyla aynı davranmaz. Zaten çatışma da seçicidir göç de. Yani her çatışma durumunda herkes göç etmez ve/veya edemez. Bu, iç savaştan ve Esad diktatörlüğünden kaçan Suriyeliler için de Türkiye’den kaçan Aleviler, Kürtler ve diğer demokratlar için de böyledir.

Tam da bu nedenle dünya nüfusunun sadece yaklaşık yüzde 3 kadarı uluslararası göçmen durumundadır. Bu seçiciliğin bir başka nedeni de göç edebilirliktir. Göç etmek zor, riskli ve maliyetli bir şeydir. Yani göç kararı, öncelikle cesur bir karardır. Göç etme bilgisine sahip olmanız gereklidir. Belirli bir eğitim düzeyi, göç edilecek yere dair bilgi, dilbilgisi ve benzeri birikim gereklidir. Bunun yanında göç etmeyi kolaylaştıracak ya da mümkün kılacak bağlantılara, tanıdıklara gereksinim vardır. Ayrıca maddi kaynaklar gereklidir. Pasaport ve vize almak ve de yolculuk ve taşınma masraflarını göğüsleyebilmek gereklidir. Son olarak tabii ki fiziki olarak göç edebilir olmak gereklidir.


Darbe veya savaş gibi durumlarda bu göç etme kabiliyetine sahip gruplardan birisi de yüksek eğitimli ya da üst düzey kalifiye diye tarif ettiğimiz gruptur. Beyin göçü de bu noktada vuku bulur. Özellikle entelektüel sektörlerde çalışanlar için darbe veya baskıcı yönetimler büyük ve yakın tehdit oluşturur. Dolayısıyla, aynı zamanda göç kabiliyeti yüksek olan bu insanların güvensizlik ortamlarıyla karşılaştıklarında yurtdışına göç olasılıkları yüksektir. Türkiye’de son dönemde işini kaybetmiş binlerce akademisyen ve öğretmeni bu kategoride düşünebiliriz.

İktidar baskısı, hedef itibariyle muhalifleri ve genelde azınlıkları rahatsız ettiği için bu azınlık grupların da göç olasılığı yüksektir. Son yıllarda, özellikle de 15 Temmuz sonrasında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu kaç göç akını da budur.

Uzun bir süredir güvenli ülke addedilen Türkiye, 1980’den 2016’ya dek 1 milyondan fazla vatandaşının Avrupa’da ve diger sanayileşmiş ülkelerde sığınma başvurusu yaptığı bir ülkedir.

Türk vatandaşlarının sığınma başvuruları, 2000’lerin başında yıllık 30 bin gibi sayılara ulaştıktan sonra, son 10 yılda yıllık 5 bin düzeyine inmiştir. Bu bile, hali hazırda yüksek bir sayıdır. Ancak darbe girişimi sonrası, sadece 2016 Temmuz ve Ağustos aylarında yapılan sığınma başvurularının sayısı, önceki yıllara göre 3 kat artmıştır. Türk vatandaşları için ana göç ülkesi olan Almanya’ya yapılan başvuruların sayısı, aynı dönemde 6 kat artmıştır.

Ancak beyin göçü de, genel olarak Türkiye’den kaçış da bununla sınırlı değil. Önümüzdeki yıllarda bu sayıların daha da artacağını söyleyebiliriz. Sadece solcular, Aleviler, Kürtler değil, daha geniş bir yelpazeden insanların Türkiye’de rahatsız oldukları açık ve bu insanların çeşitli mevcut imkânları kullanarak yurtdışına göç edeceğini tahmin etmek yanlış olmaz. Türkiye, yeniden güvenli ülke olana dek, en güçlü ihtimal maalesef budur. Türkiye’de demokrasiye doğru yeniden bir rota oluşması ne kadar zaman alır tahmin etmek güç. Ancak 1980 darbesinin etkilerinin çok yakın zamana dek hissedildiğini unutmamak lazım.
İyi haftalar ve bol şanslar.