Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Tevfik Fikret için söyledikleri bu ‘yalnız adam’ı ve şiirini anlamak bakımından çok değerli: “Talihin kendisi için hazırladığı imkanları çabuk farketti, hatta mizacının zaaflarını bile ona göre terbiye etti. İnzivasını bir nevi peygamberane uzlet, çabuk darılıcı mizacını istiğna, hayat ve fiil alemindeki kabiliyetsizliğini yüksek bir mukavemet şekline soktu ve şiirinin bir zaman sadece melül besteler çıkaran ferdi melankolisini tam lazım olduğu bir zamanda bir cemiyetin ıstırap ve ümitlerine tercüman yaptı.

Kısacası orta çapta bir küçük burjuva şairi iken cemiyet için bir nevi ahlak ve medeniyet havarisi oldu.

Bunu söylemekle Fikret’i küçültmüş olmuyorum; irade ve anlayışının zaferini kaydetniş oluyorum. Unutmamalı ki içtimai hayatta ahlaklı ve dürüst olmak, yaşadığı devirde nadir olan bir meziyetti. Halbuki bu Fikret’te baştan beri vardır.”

Aynı devrin iki şairinden biri Tevfik Fikret, diğer, Mehmet Akif Ersoy. İdeolojik yaklaşımların ve Doğu/Batı ayrışmasının simge adları olmalarının dışında, Tanpınar’ın söylediklerinin biraz değişiklikle her ikisi için de geçerli olduğunu düşünüyorum: “Orta çapta” birer şair. Ama ikisi de ‘bir cemiyetin ıstırap ve ümitlerine tercüman’ olmuş ve yine ‘cemiyet için bir nevi ahlak ve medeniyet havarisi’ olmuş iki değerli yalnız.

Değersiz yalnızları saymaya gerek yok, onlara her dönemde ve her mevkide bolca rastlanır. Ama kendi kişisel zaaflarını, melankolilerini erteleyen ya da bir kenara koyarak, vicdan, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık, yurtseverlik, merhametli ve adil olmak gibi yüksek erdemlerle donanmış bir yaşamı sürmek ve bunu bir şiir olarak var etmek, ancak yalnızlığın değerini bilen, ve şimdi ‘değerli yalnız’lar olarak övgüyle, sevgiyle andığımız insanlarda bulunur. Bunlar bazen Mehmet Akif gibi dindar biri olur, bazen de Tevfik Fikret gibi dinle ilgisi olmayan biri. Evet ama o Tevfik Fikret aynı zamanda “Benim dinim insan gibi yaşamaktır” diyecek ve aslolan şeyin ‘insanlık dini’ olduğunu söyleyecektir. “Toprak vatanım/nev-i beşer milletim insan” diyecektir. “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer” diyecektir.

Şiirde biçimde ve anlamda değişim istemesi, ‘serbest müstezat’ın öncüsü olması, “Sis”, “Tarih-i Kadim”, “Rubab-ı Şikeste”, “Han-ı Yağma”, “Promote” gibi 100 yıl sonra bile, ‘bile’si fazla, önemli olan, geçerliliği giderek artan, hem güncel hem klasik olarak okunabilecek şiirlerin sahibi olması, Şermin kitabıyla çocuklara unutulmaz şiirler armağan etmesi de elbette onu öncü bir şair kılar. Tıpkı Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Haşim, Mustafa Kemal Atatürk gibi ‘değerli yalnız’lardan biri olarak, bu ülkenin kültür ve edebiyat, şiir yaşamına ‘yön veren’ önemli isimler arasında yer alır. Yapıtının, düşüncelerinin, eylemlerinin, kişiliğinin hala tartışılıyor olması da doğrusu onun çok yönlü, çok boyutlu ve asla yalnızca bir tek uğraşına, belirli bir yönüne indirgenemeyecek zenginlik ve çoğullukta bir insan, bir aydın, bir entelektüel, bir şair ve elbette büyük bir yurtsever olduğunun en önemli delilidir.
“Tarih-i Kadim” şiirinden sadeleştirilmiş bir bölüm: “Nerde bir şeref var, iğreti/nerde bir mutluluk var, yama./Bir şeyin ne başına inan ne sonuna/Din şehit ister gökyüzü kurban/Her yanda durmadan kan akacak/durmadan her yanda kan!/.../İşte müjdelerin en güzeli/İşte en gerçek özgürlük/ düşümüzdeki gelecek çağlarda:/Ne savaşan ne savaş ne salgın/ne saltanat ne yoksulluk,ne ezen ne ezilen/ne yakınma ne de zulmün kahrı/ne tapılan ne tapan/ben benim sen de sen!/...” Ne yazık ki düşleri gerçekleşmedi Tevfik Fikret’in, düşleri, düşlerimiz gerçekleşmedi, ama düşlemenin, düş görmenin, düşünmenin de sonu yok, düşler de belki en büyük miras, gözden göze, gönülden gönüle geçen ve çoğalarak, büyüyerek, zenginleşerek süren ve büyük insanlık dediğimiz bir toplumun en değerli varlığı, hazinesi.

Evet Tevfik Fikret’in Türkçesi eskimiştir, çok ağdalı bir dille yazmıştır, bugün ancak sadeleştirilerek okunabilir, kaldı ki o sadeleştirmeler de şiirinin özünü koruyarak ve ruhuna zarar vermeden yapılmış başarılı yorumlardır. Daha da önemlisi 100 yılı aşkın bir zamandan, neredeyse anlamından, içeriğinden hiçbir şey yitirmeden bugüne, sanırım hatta yarına da gelebilmiş, kalabilmiş şiirlerdir. Bu çok şey demektir. Hem toplumda, yağmanın, karanlığın, sisli ve puslu dönemlerin, yiyiciliğin, hırsızlığın, adaletsizliğin, haksızlığın, ne yazık ki, hala karşılığı olduğunu ve sürdüğünü gösterir, hem de şiirin özellikle kritik zamanlarda, kriz dönemlerinde nasıl müdahil olabildiğinin de yetkin ve yerinde bir örneğidir. Öte yandan çocuklar için yazdığı şiirlerden oluşan Şermin, bence çocuk edebiyatının en seçkin yapıtlarındandır ve çocuklar için yazılmış olağanüstü şiirlerle doludur. Tevfik Fikret’in eğitimci yanını da ortaya koyan bu yapıt, ilerici anlayışından ötürü, zamanla eskimesi, değerini yitirmesi bir yana, belki de en çok günümüze seslenen bir kitap olarak tazeliğini ve güncelliğini korumayı sürdürmektedir.

Yalnız hayatlar, derin ruhlar, engin duyuşlar ve insanın eylem içinde insan olduğunu hep hatırlatan bir serüven. Bana kalırsa ne Mehmet Akif’in doğuculuğu ne Tevfik Fikret’in batıcılığıdır buradaki sır, onları bugün de büyük, öncü ve değerli kılan şey ikisinin de hayatın büyük şiiri için şiiri bile feda edebileceklerini göstermiş olmalarıdır ki, galiba büyük şiir biraz da böyle bir şeydir. “Hak bellediğin yolda yalnız gideceksin” şiarı ve dizesi diyelim, Tevfik Fikret için olduğu kadar Mehmet Akif için de geçerlidir. Hepsinden önemlisi, bugün ne yazık ki ne doğuda ne batıda yeri olan ve düşünce dünyası esir alınmış, ufku daraltılmış, bugününden geleceği karartılmış bir ülkenin 100 yıl öncesinden bir işaret fişeği olarak “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olmanın önemini, anlamını ve değerini belirtmiş, “yalnızlığın hürriyeti”ni titizlikle korumuş büyük bir vicdandır Tevfik Fikret. Vicdan sözcüğünü bile mülk gibi gören muktedirler bunun üzerinden insanları ayrıştırırken, toplumu bölerken, onlardan biraz da Tevfik Fikret okumalarını beklemek de ‘olmayacak duaya amin demek’ sayılmaz mı?