Ulaş Özdemir’in adını haftalık ‘Express’ten beri biliyorum. Hem adının ‘manası’ndan doğru da biliyorum, birlikte pek çok konser verdiği ve ‘The Companion’ adlı albümü birlikte...

Ulaş Özdemir’in adını haftalık ‘Express’ten beri biliyorum. Hem adının ‘manası’ndan doğru da biliyorum, birlikte pek çok konser verdiği ve ‘The Companion’ adlı albümü birlikte çıkardıkları İranlı müzisyen Ali Akbar Moradi’ye şöyle anlatmış bunu: “Daha ilk gün tanıştığımda söylemiştim Ulaş’ın manasını “‘Ulaş Bardakçı diye bir devrimci vardı ve Che gibi biriydi’ diye anlattım. ‘Güzelmiş’ dedi, ‘Üstelik Hacı Bektaşlıdır’ deyince daha da çok hoşuna gitti.” (‘Roll’ söyleşisinden, Temmuz 2008). Ortak kültürümüzden, yazılarından, albümlerinden doğru da bildiğim bu genç adama bir ‘muhabbet’ besledim içimden. Demek ki muhabbetin de demlenmesi gerekiyormuş ki tanışmamız ancak 13-14 yıl sonra, bu yılın kışında oldu. Yakın akrabası, şair arkadaşım Bejan Matur’la katıldığım bir okuma akşamında yüzyüze geldik ilk kez. Öz öze gelmemiz hayli eski olduğundan, kadim zaman diyelim, birbirimizi hiç yabancılamadık. Zaten ‘yabancı’ da ne demek, bu ‘dem’de, bu ’cem’de, bu ‘muhabbet’te yabancılık mı olur? Cemal Süreya’nın ‘Kalın Abdal’ şiirinde “cemi cümle bir sofrada/muhannetlik kalmayana” dediği gibi bir meclistir bu, belki ‘Kırklar Meclisi’dir.

1998’de Kalan Müzik’ten çıkan, Maraş Sinemili deyişlerine yer verdiği ‘Ummanda’ albümünü dinlemiştim ilk kez. Tam 10 yıl sonra ‘Bu Dem’i yayımladı, yine Kalan’dan. Hem dede sazı hem de ruzba (iki telli küçük cura) çalıyor. Arada, yine çok etkileyici iki albüm, ama yalnız başına değil, biri İranlı Kayhan Kalhor ve Erdal Erzincan’la birlikte çaldıkları ‘The Wind’, biri de Moradi’yle yukarda sözünü ettiğim albüm. ‘Bu Dem’den sonra da Ulaş’a ‘Âşık’ dememiz gerekiyor sanırım. Hoş, o ‘irfan mektebi’nde Ulaş’ın deyimiyle ‘dedelik, ozanlık, aşıklık, hepsi gezginlikle ilgili’ ve asl’olan ‘muhabbet’in kendisi, mektep de orada medrese de dergah da. Ulaş da o irfani gelenek içinde, o muhabbet içinde yetişenlerden. Yolu gösterenlere minnet duyup, aynı zamanda da yolu hem sürenlerden hem de yolu daha da ileriye götürenlerden. Hem genç yaşında Alevi-Bektaşi kültürüne, müziğine ilişkin edindiği bunca bilgi, hem de tevazu içinde bu kültüre kattıkları, onun şimdiden edep, erkân bahsinde kat ettiği mesafenin uzun olduğunun bir delili. Hem de yolu daha da açık olsun, şu ‘80 öncesinde 40 parçaya bölünüp sonra hepimizi paramparça ettikleri solumuz gibi yolumuz da 40 parçaya ayrılmışken, ihtiyaç duyduğumuz donanıma sahip isimlerden biri de Ulaş çünkü. O bu zenginliğin farkında: “Alevilik nedir’in tek bir cevabı yok. Tek başına din mi, mezhep mi, inanç mı, kültür mü, sosyal bir ortam mı, bu sorulara verebileceğim tek bir cevap yok, kimsenin de verebileceğini sanmıyorum. Bu da bence bir güzellik, daha da ötesi zenginlik.” (Roll söyleşisinden).

Ulaş Özdemir ‘Bu Dem’in ‘sunu’sunda “Dem, Alevi-Bektaşi toplumu için, soluk, hayat, an, keyif, çağ, zaman, devir, nefes, içki gibi hem zahir hem de batın pek çok anlam içeren, önemli kavramlardan birisidir” diyor. Elhak tastamam öyledir, fakat yalnızca “dem, doludur” dese de olurdu. Dem, hakkını veren için dolu sayılmaz mı? Her dem, hem dem. Pir Sultan Abdal’ın ünlü şiiri gibi: “Pir elinden dolu içmiş deliyim/üstü kan köpüklü meşe seliyim/ben bir yol oğluyum, yol sefiliyim/ben de bu yayladan Şah’a giderim”. ‘Dem’ Ulaş için “Bir zamanların irfan meclislerinde, dem’in erdem, erdem’in cem, cem’in her dem olduğu bir muhabbet ortamına özlemin ifadesidir. Âşık Derviş Kemal’in, dem’in hem zahir hem de batın anlamlarına gönderme yaptığı bir şirinde söylediği gibi: “Biz demleri derman bildik/özümüzü demle sildik/gördüğünüz hale geldik/bu dem bizi insan etti...”

Galiba cemden de demden de muhabbetten de murat budur: Bu dünyaya geleni, yaşayanı, diriyi insan etmek. ‘İnsan-ı Kamil’ mertebesine eriştirip oradan tekrar ‘hiçliğe’ vardırmak, böyle bir ‘devir’ yaşatmak. Ulaş’ın, nefeslerini, deyişlerini derleyip, çalıp söylediği Alevi-Bektaşi pirlerinin, âşıklarının yazdıkları da zaten hep ‘bizi insan etmeye’ götüren o ‘yol’un, o ‘dem’in ‘hakikat’ı değil midir? “Bu Dem”de yorumladığı, Niyazi Mısri’nin “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş” sözleriyle başlayan gazelinin bir ikiliği, “öyle sanırdım ayriyem, dost gayridir ben gayriyem/ benden görüp işiteni anladım ki ol can imiş” hayreti de aslında o hakikatın alçakgönüllü bir yorumudur. Kul Nesimi’nin sözleriyle ‘vefanın nehrine, muhabbetin bahrine’ dalanların menzili de odur, ummanda bir katre olmak gibi, insana kıymet vermek, onu küçük-büyük demeden saymak gibi, cemde ‘eşikteki de, beşikteki de bir’ denildiğini hiç unutmamak gibi, 72 buçuk değil, 73 millete aynı nazarla bakmak gibi. Ve ‘hakikatın gülünü dermek’ gibi...

Ulaş bir de kitap yayımladı: ‘Âşık Mücrimi’nin Yaşamı ve Şiirleri’. Maraş, Malatya, Antep civarındaki Alevi-Bektaşilerin bildiği, fakat yaşamına ve eserine dair hiçbir yazılı belge bulunmayan Âşık Mücrimi, beş yüz deyişi olan bir âşık: ‘Çok şiir yazmış ama harmanını dağ başına yığmış’ Mücrimi’yi de günışığına çıkardığı için bu demde bir kez daha Ulaş’a teşekkür ederek, Mücrimi’nin bir dörtlüğüyle ‘tamam’ diyelim: “Kamillerin kalbi bahara benzer/ söylerse sözleri gevhere benzer/hem yunmuş arınmış tahire benzer/kamil otur kamil konuş kamil dur”. Eyvallah.