2010’larda hemen her yıl sandık kuruldu: 10, 11, 14, 15, 15, 17, 18 ve 19. “Çift başlılık ve istikrasızlık” gerekçesi ve anayasal dayatmalar yoluyla Hükümeti lağvedenler, bu kez sandığı, demokrasiyi yok etme aracı olarak kullanmaya başladı. En hazini, siyasal mekanizma dışına çıkarılan aktörlerin de, bu yıkımda kullanılıyor olması. Tepeden başlayalım: SEKİZ: UÇAK MI, KİŞİ Mİ? […]

2010’larda hemen her yıl sandık kuruldu: 10, 11, 14, 15, 15, 17, 18 ve 19. “Çift başlılık ve istikrasızlık” gerekçesi ve anayasal dayatmalar yoluyla Hükümeti lağvedenler, bu kez sandığı, demokrasiyi yok etme aracı olarak kullanmaya başladı.

En hazini, siyasal mekanizma dışına çıkarılan aktörlerin de, bu yıkımda kullanılıyor olması. Tepeden başlayalım:

SEKİZ: UÇAK MI, KİŞİ Mİ?

23 Mart Cumartesi Sayın Kılıçdaroğlu ile Esenboğa’da Batum için havalandığımız sırada büyük bir çelişki serildi gözler önüne: Aşağıda, üzerinde ‘Türkiye Cumhuriyeti’ yazılı uçaklar duruyor; CHP’nin ‘Ziver’ adlı kiralık uçağı ise, sadece 8 kişilik. Uçaklar arasında, Katar’dan nasıl devşirildiği meçhul ‘uçan saray’ üzerinde de ‘T.C.’ yazılı.

Bilinmeyen sadece bu değil: Önce, ‘Başbakanlık için’ dedi; sonra CB seçilince, Cumhurbaşkanlığı binası oldu. Haliyle bilinen, kaçak saray veya külliyenin kişi için inşa edildiği; tıpkı Anayasa değişikliği, “kişisel proje” olarak tasarlandığı gibi. ‘T.C. Tank-palet fabrikası’ hisselerinin Katar’a devri, 50 milyon dolar ile gerekçelendirilebilir mi, uçan saray ile ‘hava saltanatı’ da sağlanmışken?

Özetle; kesin olan, CHP Lideri’nin kiralık seçim uçağının 8 kişilik olduğu; bilinmeyen ise, çifte saray mukiminin uçak sayısı: 8’den az mı, çok mu?

HÜKÜMETİ KİM YIKTI?

‘Koltuk elimde kaldı’ sözleri ile hüzünlü gülücük ve kahkahalar eşliğinde seçmenlere sevimli görünmeye çalışan kişi, aslında kimleri ‘sivil ölüm’ mahkûm ettiğinden de haberi olmayan kişi idi. Altında Başbakan olarak imzası bulunan KHK ek listelerinde ‘kimlerin adlarının yer aldığını bilemeyiz’ ve ‘kurunun yanında yaş da yanıyor’ sözleri, bir meydana veya kapalı mekâna ateş edenlerin durumunu andırmıyor değil.

Hukuk tarihinin en büyük toplu kıyımının baş faili, şimdi İstanbul Büyükşehir Başkanlığı (İBB) için, ‘Devlet destekli oy’ peşinde.

‘Yarışıyor’ demiyorum; çünkü sadece ‘kanka ittifakı’ değil, devlet seferberliği yürütülmekte İBB koltuğu için.

Bakanlık ve Başbakanlık koltuklarına tek kişi tarafından oturtuldu ve aynı kişi tarafından kırdırıldı başbakanlık koltuğu. Ama o kişi, İBB adaylığında, kendisini TBMM Başkanlığı’ndan istifadan kurtaramadı.

Pazar günü, ne o ne de devlet, İBB koltuğuna oturtamayacak ‘koltuk elimde kaldı’ diyen kişiyi; çünkü seçmen, İmamoğlu ve demokrasi için oylayacak.

ÜÇ AŞAMALI SUÇ MAKİNASI

CBK-1 ile kendilerine, 9 politika kurulunun altında yer verilerek, görev ve yetki bakımından siyasal karar mekanizması dışında tutulan bakanlar, siyasetin olmazsa olmazı seçimlerin bağrında. Bunun anlamı şu: atanmışlar, seçim yarışında taraflar. Bu durum, açıkça Anayasaya aykırı (1).

Ama bakanlar, seçim meydanlarında sözleri ile suç işliyor; seçmenlere hakaret ediyor, kızdıklarını gözaltına aldırabiliyor(2).

Dahası bakanlar, seçilecek kişileri görevden alma tehdidi ile, hem seçmenleri hem de adayları tehdit ediyor(3).

Bunda, Saray’ın sahadaki öncüsü S. Soylu. “Sandık yoluyla demokrasi katliamı” için bakanlar, Devlet seferberliğinin adeta vurucu güçleri.

DEMOKRATLAR SANDIK BAŞINA

İktidar nimetlerini bırakmamak ve iktidar seçeneğinin oluşmasını engellemek için her türlü gayri meşru ve hukuk dışı araca başvuran Saray ve kankası ile sahadaki vurucu güçleri, şimdi, “demokrasi direnci” karşısında açıkça suç işleme cüretini kendilerinde görebiliyor.

Hangi siyasal görüşten olursak olalım, “insan haklarına dayanan laik ve demokratik bir sosyal hukuk devleti” savunucuları olarak sandığa gidelim; Anayasa’nın bu temel kuralına inananları oy kullanmaya ikna edelim. Vereceğimiz yerel oyların ulusal ölçekte toplam etkisi, % 49-51 dengesini sandık yoluyla değiştirebildiği ölçüde demokrasi için umutlu olabiliriz. Sandıkları da sıkıca sahiplenmek kaydı ile…