Siyasetin en kirli yanlarından birisi bir şeyleri kutsallaştırma çabasıdır. Bunda çok başarılı olanlar kutsamayı yasalaştırmayı da başarırlar ve ondan sonra artık sadece ‘kutlama’ kalır geriye. O konuyu bir daha açamazsınız, tartışamazsınız, eleştiremezsiniz.


Demokrasi de kısmen böyledir. Özellikle az gelişmiş, ya da gelişmekte olan diyelim dünyanın demokrasi fukarası ülkelerinde böyledir. Seçimlere ve hatta çok kötü icra edilen, her türlü dalaverenin döndüğü seçimlere indirgenmiş ‘demokrasi’ dahi eleştirilemez. Pek yakından gördüğümüz üzere bu yöndeki bir eleştiri sizi hemen ‘darbeci’ veya ‘Ergenekoncu’ yapabilirdi.

Şimdi o darbe köprülerinin altından çok sular aktı, üzerinde yağan yağmurlarda birlikte yüründü ve gelinip ‘FETÖ’ diye bir oksimorona takılındı. Artık kimse ‘Ergenekoncu’ olamıyor bu yüzden.

Şıkır şıkır işleyen bir demokraside kim darbeden yana olabilir ki? Temsiliyet sorunu olmayan, tarafların birbirini dinlediği ve kabul ettiği, uzlaşının arandığı bir ortamda kim neden askeri ya da Pensilvanyalı imam istesin başına.
İşleyen bir demokrasiyi baltalayan bütün darbeler kötüdür!

İşlemeyen ve demokrasiyle çok da alakası olmayan sistemlerde ise bir sürü darbe olur, karşı darbe olur ve sıklıkla at izi it izine karışır. Misal Burkina Faso. Afrika’nın bu güzide fakat pek yoksul ülkesi muhtemelen dünya rekorunu elinde bulunduruyor darbe konusunda. Darbe aralarındaki yönetimlerin berbatlığı darbelere olan kızgınlığı nötralize etmiş.

12 Eylül 1980 Darbesi’ni ve sonrasını yaşayanlar bilir; Özal ve darbeci Evren pek çok kişi tarafından alkışlanmıştı. Hayır demenin neredeyse suç olduğu referandumları o zamandan bilir Türkiye. Ancak evet diyenlerin de hepsi zorla evet demediler.

Demokrasiyi kutlamadan önce ne olduğunu anlamalı ve hayata geçirmeli. Ondan sonra kutlanacak ne var ona bakıp karar verilebilir.

Türkiye’ye ‘demokrasi’ 15 Temmuz 2016’dan sonra geldiyse -ki bu yönde bir iddia mevcut- bu bizim Avrupa’da bildiğimiz demokrasilere pek benzemiyor. O günden bugüne birtakım diplomatlar, generaller dahil 13 bin dolayında vatandaş yurtdışına kaçıp siyasi iltica başvurusunda bulunmuş, cezaevindeki bağımsız gazeteci nüfusu dışardakini aşmış, binlerce akademisyen dahil 170 bin dolayında insan işinden atılmış, kovuşturmaya uğramış, tutuklanmış, ana muhalefet partisi lideri siyaset alanı açabilmek için 450km yürümüş ve yol boyunca taciz ve hatta tehdit edilmiş, ikinci büyük muhalefet partisinin vekiller dahil lider kadrosu hapse atılmış, ‘darbe girişimine’ kurmaca demek yasaklanmış... liste uzun. Belli ki bizim bildiğimiz cinsten bir demokrasi değil kastedilen.

Yanlış anlaşılmasın kimsenin kutlamasının tadını kaçırmak niyetinde değilim ama arada soran oluyor ‘hocam oradan nasıl görünüyor burası’ diye. Onlara cevaben yazıyorum ve ‘futbolun ve demokrasinin beşiği’ İngiltere’den kıskanarak bakıyorum.

Bizim buraların önemli muhalif, solcu gazetesi Guardian darbe girişiminin yıl dönümünde sayfalarını aşırı demokratik biçimde Türklere açtı: Görüş köşesinde Erdoğan ve Yorum köşesinde Kılıçdaroğlu’ndan birer makale yayımladılar. Kılıçdaroğlu her zamanki gibi ‘adalet’ olmalı, ‘gerçek demokasi olmalı’, ‘iktidar partisi Gülen’i yıllarca destekledi’ ve benzeri ‘sıradan’ eleştiriler getirmiş. Erdoğan da ‘adalet ilkemize hala bağlıyız’, ‘Batı ya bizi desteklemeli ya da darbecilerin yanındadır’ demiş.

Bir ülkenin ana muhalefet liderinin ve devlet başkanının bir başka ülkenin solcu gazetesinin yorum-görüş köşesinde destek aramaları tuhaf ama anlaşılır. Kılıçdaroğlu’nun durumu daha anlaşılır: Partisi sosyalist enternasyonal üyesi ve solcu bir ‘yoldaş’ gazetede yorum yayımlıyor. Ancak Erdoğan, İngiltere’nin iktidarda bile olmayan solcu okurlarına bu kanalla ne mesaj vermek istiyor? Herhalde dertleri yüzde 70’i sandığa gitmeyen bir avuç Türk asıllı göçmenin oyunu kazanmak değil.


Şimdi bu gazetelere ve hatta BBC’ye yakın bir süre önce ‘darbeci’ vs diyen birisi Guardian’da makale yayımlayınca ne düşüneceğiz? Erdoğan’ın makalesinde dediği gibi ‘olan bitenin önemini tam olarak anlamaktan yoksun’ bir İngiliz hükümeti, kamuoyu ve basını mı mevcut? Türk büyükelçileri muhakkak ellerinden geleni yapıp anlatmışlardır durumu tüm dünyaya. Yoksa onlar da Erdoğan’ın iki buçuk milyon sığar dediği meydanda sadece 175 bin insan var diyen İstanbul Valiliği gibi eksik işlem mi yaptılar? Yine de demokrasi korumaya ve kutlamaya değer. Kutlu olsun.
İyi haftalar ve bol şanslar.