Alman Die Zeit gazetesinde geçenlerde, 22 Temmuz’da, “Erdoğan’ın üç buçuk cephedeki savaşı” başlığıyla çarpıcı bir makale yayımlandı. Michael Thumann ve Özlem Topçu’nun ortaklaşa kaleme aldığı makalede Türkiye’nin Ortadoğu, Libya ve Doğu Akdeniz’deki hamleleri ele alınırken Erdoğan iktidarının bölgesel hegemonya arayışlarına çanak tutuluyordu.

Giderek agresifleşen Türkiye’nin Libya ve Ortadoğu’da “sınır ötesi operasyonlar” olarak adlandırdığı savaşlar yürüttüğünün ileri sürüldüğü makalede bu mücadelenin nüfuz, askeri hâkimiyet, enerji kaynakları ve deniz sınırlarıyla ilgili olduğu vurgulanıyordu.

Libya’da kilit bir oyuncu haline gelen Ankara’nın Akdeniz ve Ortadoğu’da da bir savaş gücü haline geldiğine dikkat çekilirken “Türkiye şu anda ‘üç ve buçuk’ cephede savaş yürütüyor. Askerî operasyonlar Irak’ta çatışmayla başladı, oradan Suriye’ye ve son olarak da batısındaki Libya’ya yayıldı. ‘Yarım savaş’ ise Yunanistan çatışmasında sürüyor” ifadeleri kullanılıyordu.

***

Die Zeit 'üç buçuk savaş' diye tanımladığı savaşları şöyle sıralıyordu;
1. Suriye (Fırat’ın doğusu/batısı, İdlib)
2. Kuzey Irak
3. Libya
3,5. Doğu Akdeniz.

***

Şimdi bu savaşlara yakından bakalım…

Libya: Libya’daki kanlı savaşın aktörlerinden olan Türkiye, Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi’nin askeri kanadı General Halife Hafter’e bağlı birliklerin Trablus’a girmesini önledi. Trablus’taki Fayiz es-Serrac yönetiminin devrilmesine engel olan Türkiye savaşın akıbetini tersine çevirdi. Türkiye, BM silah ambargosunu, diğer ülkeler gibi, kırdı, Serrac hükümetini Ankara’ya bağımlı hale getirdi. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa, Rusya gibi aktörleri karşısına alma pahasına.

Kuzey Irak: Bağdat yönetimiyle gerginliğe yol açsa da Başika’da askeri üssü boşaltmayan Ankara, yıllardır Kuzey Irak’ta operasyonlar düzenliyor. Sürekli düzenlenen sınır ötesi kara ve hava operasyonları Irak merkezi yönetiminin ve Kürt yönetiminin tepkilerine rağmen sürdürülüyor.

Suriye’nin kuzeyi: Türkiye 2016’dan bu yana fiili olarak kuzey Suriye’de yer tutuyor. Cerablus bölgesinde “Fırat Kalkanı”, Afrin’de “Zeytin Dalı”, Tell Abyad ve Rasulayn kentlerinde “Barış Pınarı” ve İdlib’de “Bahar Kalkanı” ismi verilen harekâtlarla Suriye’de önemli bir aktör olarak konumlanmış durumda.

Doğu Akdeniz: ‘Buçuk savaş’ olarak nitelendirilen savaş ise Doğu Akdeniz/Ege havzasında yaşanıyor. Avrupa Birliği için de Türkiye’nin en “tehlikeli genişleme” alanı Akdeniz. Almanya’nın Fransa’nın bu derece devreye girmesi de sorunun AB açısından taşıdığı önemin göstergesi.

***

Türkiye’nin aynı anda birçok cephede krize sürüklenmesi bir tesadüf değil. Uzunca süredir devam ettirilen bir politik stratejinin sonucu. Bunda elbette ki kan kaybeden iktidarın bu kaybı dış politikadaki agresifleşmeyle gidermek istemesinin de payı var. Ancak bütün bu krizler, çatışma/savaş durumları sadece iç politik tıkanıklığın giderilmesine indirgenemez.

Nedir o halde?

Gerek Ortadoğu’da gerekse de Doğu Akdeniz’de jeopolitik faylar hatları orta/uzun vadede kırılacak. Bunda kimsenin kuşkusu yok. Bütün emperyalist, küresel, bölgesel konumlanmalar bunun göstergesi. Ankara’nın 16 Ağustos itibariyle Navtex ilan ederek “Akdeniz Kalkanı Harekatı’nı başlatması buradaki nüfuz/güç mücadelesiyle ilintili. Ve de bu mücadele Suriye, Irak ve Ortadoğu'nun genelindeki hesaplaşmayla da bağlantılı.

Cephe hatlarını tek tek ele almak yanıltıcı olur. O nedenle fotoğrafın bütününe bakmakta her zaman yarar var. O fotoğraf da bize yeni Osmanlıcı iktidarın bölgesel hegemonya arayışının tezahürü olduğunu söylüyor bütün bunların. Suriye'de ve diğer bölge ülkelerinde rejim değiştirme hevesinin yol açtığı tahribatın yeni hamlelerle ikame edilme isteği var. Siyasi İslam bayrağı altında Arap hükümetlerini yönetme umudu başarısız olan yeni Osmanlıcı strateji şimdi yeni stratejilerle yola düşerken ülkeyi de krizden krize koşturuyor.

Aslolan uzun vadeli iktidar hesapları kapsamında, ayakta tutacak devasa Doğu Akdeniz hidrokarbon yataklarına sahip olmak, kriz yaralarını açık tutup sıkıştığında destek kıtaları için kullanmaktı.