Behçet ile Metin. Çoğalan adamlar. Yaşamları da çoğalıyor şiirleri de, anıları da çoğalıyor armağanları da. Eren ile Zeynep

Eren ile Zeynep

“Cellat uyandı yatağında bir gece/”Tanrım” dedi “bu ne zor bilmece”/Öldürdükçe çoğalıyor adamlar/Ben tükenmekteyim öldürdükçe...” Ataol Behramoğlu 1974’de yazmış bu şiiri. Yılın önemi yok daha önce de yazabilirdi şimdi de. Şiirin evrensel ve kalıcı olması böyle bir şeydir, ne zaman okusan zaman ‘şimdi’yse, o şiirdir, evrenseldir. Öldürdükçe çoğalan adamlar’a gelince, o adamlar ve o kadınlar, güzel adamlar ve güzel kadınlardır. Can Yücel’in “O çocuklar o yapraklar o kıpkızıl eşkıyalar” güzelliğinde, üstelik de ‘şarabi.’

O adamlardan ikisini tanırdım, tanıdım, ‘iyi’ bilirdim. Onları ve onlar gibi bazı adamları ve kadınları tanımak, onlarla tanışmak için bile dünyaya gelmeye değer. O zaman onlara yapılan kötülükleri yine unutmazsın ama, onların iyiliği, saflığı, temizliği bu kötülükleri yapanları önemsiz kılmaya, yok saymaya yeter. Alçaklığın Evrensel Tarihi tanımlayabilir yalnızca çünkü onları. “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim/akarsuyun/meyve çağında ağacın/serilip gelişen hayatın düşmanı.”

Behçet ile Metin. Çoğalan adamlar. Yaşamları da çoğalıyor şiirleri de, anıları da çoğalıyor armağanları da. Eren ile Zeynep. Behçet ile Metin’in armağanları. Oğlan çocukları da öyle olmalı ama kızların babalara bir armağan olduğunu düşünürüm. Şair babalar ve kızları. Ya da şair babalar ve birer şiirsel başyapıt olan kızları.

O kızlardan ikisini tanıdım. Eren’i doğar doğmaz, Zeynep’i ise 8 yaşındayken. 22 yıldır bir alçaklığa karşı, insanlık düşmanlarına karşı, acılara kör, sağır ve dilsiz ya da duvar devlete karşı, elbette faşizmin her türlüsüne, gericiliğin karanlığına karşı, katledilen diğer ‘gözde aydın’ların, yazarların aileleri ve çocuklarıyla birlikte yalnızlığı da paylaşıyorlar acıyı da. Ey Asaf, şair Asaf, bugünleri görseydin ‘yalnızlık paylaşılır’ derdin.

Bu düzenin yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yaptığı bilinen şey. Ama insanı daha insan, aşağılık olanı daha da aşağılık yapıyor. Küfür etmeye bile değmeyecek yaratıklar, katiller, cellatlar. Bakın höykürerek, salyalar akıtarak yaktığınız canlar şimdi küllerinden yeniden doğuyor. Hayata da düşman olduğunuz için asla anlayamayacağınız şeylerden biri de bu işte. İşte o kızlar şimdi birer bayrak gibi, rüzgar gibi babalarının güzel adlarını, anılarını, şiirlerini taşıyor. Bazen bir eyleme, bazen bir belleğe, bazen de bir şarkıya. Tıpkı Metin Altıok’un dizelerindeki gibi gelişiyor her şey: “Ömrümce kendimi hep sözde buldum; /Söz cehennemdi yanıp kavruldum/Yeniden doğdum kendi külümden/Ben Anka’ydım konuşuldum.”

Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar’ı dinliyorum. Candan Erçetin “Kararttılar cebimdeki kuş sulağı aynayı”, Zuhal Olcay “Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden/Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden”, Mehtap Meral “Benim bu dünyada bir yerim olmadı/Kuytu gövdemi saymazsak eğer”, Kumdan Kaleler “Ne zaman bir dosta gitsem/evde yoklar”, Serenad Bağcan “Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka/bir şey yok paylaşacak acıdan başka”,Sezen Aksu “Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar”, Güneş Duru “Sonunda kendime bir top yangın edindim”, Mazlum Çimen “Son kuşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın/Geçti artık göğsümde bir kuş barınmaz anladım”, Ersel Serdarlı “Anamın bıraktığı yerden sarıl bana” derken hem Metin Altıok’un hüznü sanki bir fado dinler gibi gelip yerleşiyor insanın yüreğine, hem de Behçet Aysan sanki ‘Metin abi’mize bütün bunları paylaştığını anlatan bir dizeyle katılıyor: “Değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç/.../aynı gökyüzü aynı keder”.

Edip Cansever şu dizeyi yazmamış olsa ne yapardım acaba? “Anılar anılar belki hepsi bir kelime”.

Behçet’in ve Metin’in şiirleri, anıları şimdi Eren ve Zeynep de sürüyor, onlar bizim kıymetli emanetlerimiz. Zeynep Altıok Akatlı babasını, anısına hazırladığı kitapla, mektuplarıyla sürdürdü, harika portreler yazdı, 22 yıl sonra o yangın yerine gidebildi, şimdi ‘vekil’imiz olarak Madımak’tan Maraş’a, Gazi’den Roboski’ye, Gezi’ye kadar tüm yitiklerimizin, yoldaşlarımızın, canlarımızın, çocuklarımızın hesabını sormak için çalışacak. Eren Aysan şiirleriyle, şimdi de Yunus Nadi Ödülü’nü kazanan romanı Gece Uyurken ile sürdürüyor Behçet’i. Bir de Behçet’in şiirlerinden yapılan şarkıları bir albümde toplamaya uğraşıyor.

Babalarının kızları olmak ne güzel, ama onlar aynı zamanda iki yürekli, iki insan ve iki apaydınlık kadının da kızları: Füsun Akatlı ve Adviye Aysan’ın kızları. Onlar da bu cehenneme, bu yangına, bu aşağılık, “yüreği ve sözü zehir dolu” yaratıkların dünyasına daha fazla dayanamadılar. Eren ve Zeynep onların yokluğunda iki kere daha ağır bir sorumluluğu taşıyor şimdi omuzlarında. Behçet ve Metin’in ‘ruhlarındaki ışık’ aydınlatsın yollarını ve hafifletsin yüklerini.

2 Temmuz’da Datça’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin düzenlediği panelde konuştuk Madımak Katliamı’nı. Eren Aysan, Şükrü Erbaş ve Metin Turan’la birlikte. Behçet’in, Metin’in ve bizim onlar için yazdığımız şiirleri de okuduk. ‘Kalanlar şiirini yazdı’ işte Metin abi. Şükrü o ürpertici şiirini okudu yine: “ Kimse temizim demesin, kimse/Bütün bir ülke odun taşıdı Behçet’in yangınına”. Ne yazık ki odunlar da çoğaldı, odun taşıyıcılar da!

Ve Eren 5-6 yaşlarından aklında kalan son anıyı anlattı. Benim artık Ankara’dan ayrılıp, okul da bittiği için İstanbul’a gitme zamanım gelince, o küçücük evlerinde, Behçet’in “İstanbul’a gitme küserim” dediğini, benim gittiğimi, Behçet’in de ağlayıp sahiden küstüğünü... 1 yıl sonra Ahmet’le (Erhan) gelmişlerdi, ‘İstanbul’a gelmezsen küserim’ dediğimi düşünmüştür. Hem de öyledir.

Anılar anılar belki hepsi bir, iki, üç, dört kelimedir: Tenha dilde sevdiğim, şairim Metin Altıok’tur, bir adının Safa olduğunu yakıldığı sabah öğrendiğim canım arkadaşım Behçet Aysan’dır, hala en gencimiz olan Ahmet Erhan’dır ve şiiri gibi yakışıklı Adnan Azar’dır...