Çok övülen Sağlık Bakanı’mız ‘herkese kendi OHAL’ini uygulamayı’ önerse de durum, toplumun önemli bir kesimi için açlıktan veya hastalıktan ölmek arasında bir seçenek sunuyor.

Depo işçileri yan yana, pis ve sağlıksız koşullarda siparişleri yetiştirmeye çalışıyor.

Hiç de aciliyeti olmayan ancak hükümetin en önem verdiği sektör olan inşaatta da mesai eskisi gibi devam ediyor.

Pilotlar ve hosteslerden madencilere, banka memurlarından fabrika işçilerine kadar birçok emekçinin “Salgında çalışmıyorum” deme lüksü yok. Aralarında yaş veya sağlık durumu sebebiyle risk altında olanlar da var.

Hapishanelerdekilerin şikâyet etme hakkı bile yok.

Mavi yakalılar ile beyaz yakalıların çoğu çalışmaya zorlanırken bazıları da ya işini kaybediyor ya ücretsiz izinle maaşlarını. Evden çalışabilen şanslı azınlık dışında ‘evde kal’ uyarısı, çalışan nüfusa bir anlam ifade etmiyor. Karantina sıkıntısını romantize edenlerin unuttuğu şey, etkin ve herkesi kapsayan bir ‘sosyal mesafelenmenin’ yokluğunda sağlık sistemindeki yığılmanın çözülemeyeceği. Ama ünlülerin eğlenceli bir macera gibi algılayıp sosyal medyadan kamuya açtığı bireysel izolasyona bakıldığında, toplumun bu kesiminin gerçek sorunun çok uzağında olduğu görülüyor.

Bir yanda - asgari koşulların sağlandığı - karantina odasında sadece iki hafta kalacakları için şikâyet edenler, alıştığı standartlardan en ufak sapmada ortalığı ayağa kaldıranlar ve hatta karantinadan kaçanlar; diğer yanda insan sağlığına aykırı koşullarda salgını karşılamak zorunda kalan işçiler. Sınıfların koşulları, her kriz/kaos döneminde olduğu gibi kristalize oluyor. Önce en alttakiler salgına karşı ‘harcanabilir’ görülürken sıranın kendine gelmeyeceğini düşünen ‘evden çalışanlar’ ile yalısından poz verenler arasındaki uçurum da, hastaneler dolup solunum cihazı yetmemeye başladığında anlaşılacak. Kısacası, hepimizin aynı ‘sınıfın’ içinde olduğumuz gerçeğiyle yüz yüze kalacağız.

Salgın başladığından beri sesi çıkmayan Meclis muhalefetinin ya da tweet atmakla yetinen sendikaların da çözüm olmayacağı ortadayken, sosyal medyadan dile getirilen asgari ve palyatif tedbirleri içeren talepler bile karşılık bulmuyor. Cumhurbaşkanı ise sadece patronlar için önlem aldığını gülerek açıklıyor.

Salgına sadece iktidar değil, muhalefet de hazırlıksız yakalandı ve kişiler arası dayanışma bir yana, örgütlerin bunu siyasi program olarak önermesi büyük bir umutsuzluk sebebi.

Salgın, herkes için bir sınav oldu ve şu ana kadar herkes dersten kalıyor gibi görünüyor. Ancak emekçi sınıfın, sistemi tümden değiştirebilecek bir irade ortaya koymasıyla düzene girebilecek bir kaosun içindeyiz.

Peki, o güne kadar ne yapabiliriz? Durumu günlük kurtaracak basit tedbirler bile iktidarca umursanmasa da halen yasalarca net olarak korunan birkaç hakkımız var: “İşçilerin onay vermemesi halinde işverenler, işçileri ücretsiz izne çıkaramazlar. İşten atma tehdidi ile işçilere imzalatılan ücretsiz izin talep dilekçelerinin veya formlarının bir geçerliliği yoktur. Keza, ücretsiz izin uygulaması halinde, iş ilişkisinin asli unsurları olan, iş görme ve ücret unsurları askıya alındığından iş ilişkisi sona erer, tazminat hakkı doğar. İşverenin, onayı olmadan işçiyi izne çıkarması tek taraflı bir işten çıkarma olduğundan işçi, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanacağı gibi işe iade davası da açabilir. İşe iade dava açma süresi, ücretsiz iznin işçiye bildirilmesinden itibaren işlemeye başlar. Diğer yandan yıllık ücretli izin ancak işçinin talebi ile kullandırılabileceğinden, işçinin yazılı talebi olmadan işçinin bireysel olarak yıllık izne çıkarılması da yasal olarak mümkün değildir. Bu uygulamalara karşı işçi, iş mahkemelerine başvuru yapabilir. (Kaynak: Çağdaş Hukukçular Derneği)”

Tabii burjuva hukukunda işçilere tanınan hakların yine aynı egemen sınıfın mahkemelerince değiştirilebileceği veya ortadan kaldırılabileceği gerçeği, bizi en baştaki sorunsala geri döndürüyor: Düzeni tamamen değiştirecek iradeye…

Bu arada, yaşlıların da ortalama 40 yıl kapalı alanlarda mesai yaptıktan sonra güneşe, açık havaya hasret kaldığı için evde kalamadığı hiç aklınıza gelmiş miydi?