Mardin’deki Çocuk Esirgeme Kurumu’na ait Musa Cihaner Çocuk Yuvası ve Kız Yetiştirme Yurdu’nda kalan 4 aylık Recep, 7 Ocak 2005 gecesi yatağından alınıp ikinci kattaki balkondan atıldı.

Bahçedeki su birikintisinde bulunan bebek, beyin kanamasından ölmüştü.

Ailesine dahi haber verilmeden kimsesizler mezarlığına gömüldü.

Evet, bebeğin bir anne ve babası vardı.

Bebek evde doğdu, iki gün sonra da babası bebeği evlerinin kapısının önüne koydu. Polis gelip sorunca da “Birisi bırakmış” dediler. Yurda götürülen bebeğe görevliler Recep adını koydu. 4 ay sonra da binanın dışındaki bir su birikintisi içinde ölü bulundu. Savcılık soruşturma başlattı, ailesinin de ifadesini aldı.

Annesi Neriman, çocuğunu evin önüne koyduğunu, eşi Orhan’ın da çocuğun başkasına ait olduğu yönünde güvenlik güçlerine bildirimde bulunduğunu söyledi. “Fakirlikten yaptık” dedi. Ayıplanma korkusundan bebeği direkt olarak yurda veremediklerini, böyle bir yol izlediklerini söyledi. Zaten sonra da pişman olup yurda başvurmuş, bebeği nüfuslarına geçirmişlerdi. Bebeğin kimlikteki adı Ahmet Can olmuştu.

4 ay yaşayabilen Recep ya da Ahmet Can’ı, yurtta kalan başka bir çocuğun öldürdüğü ortaya çıktı.

13 yaşındaki zihinsel engelli kız çocuğu H., savcılığa verdiği ifadede “O gece F. anne bana yemek vermedi, ben de çok kızdım. Çünkü o gece sadece süt içmiştim. Daha sonra Recep bebeği balkondan aşağıya attım. O sırada F. anne temizlik yapıyordu. Bebeği attıktan sonra odama kaçtım, kimseye de söylemedim. Ama bebeği attığıma üzüldüm” dedi.

Bakıcı anne F. de 13 yaşındaki H. ile ilgili şunları anlattı: “Bazen bakıcı annelere bile saldırıp dövdüğü oluyor. 3 yıl kadar önce İlayda isimli bir bebeği sandığa sakladı. Bu olayın olduğu o gün sorumlusu olduğum tüm bebeklerin boy ve kilo ölçümleri yapılacaktı. Ben tek tek bebekleri içeri götürüp getiriyordum. Bir bebekle geri döndüğümde baktım ki İlayda bebek beşiğinde yok. O zaman ünitede H.’yi gördüm. Hemen yatağının altındaki bölmeli sandık aklıma geldi ve sandığı açtım. İlayda bebeği yüzükoyun bir halde sandığın içinde sıkışmış buldum. Biraz daha geç kalsaydık bebek ölebilirdi.”

Soruşturma kapsamında hazırlanan müfettiş raporunda, zihinsel engelli kız çocuğunun, rehabilitasyon merkezinde eğitim ve bakım altında tutulması gerekirken, nasıl olup da yurtta bulunmasına izin verildiği sorgulanıyordu. Olaydan iki yıl önce de kurumdaki bir hemşire resmi yazısında, zihinsel engelli H.’nin 0-6 yaş bebek ünitesine alınmasının sakıncalı olduğu belirtmişti. Peki, H. neden rehabilitasyon merkezine götürülmedi? “Yer sıkıntısı” vardı, resmi açıklama bu…

Hem çocuk yuvası hem de kız yetiştirme yurdu olarak hizmet verilen kurumda 0-6 yaş, 7-12 ve 13-18 yaş gruplarında toplam 200 çocuk bir arada kalıyordu. Tüm çocuklar için sadece iki bakıcı anne, üç hemşire, bir psikolog ile iki öğretmen hizmet veriyordu. İki bakıcının 200 çocukla ilgilenebilmesi zaten mümkün değildi.

Ama bu kimsenin umurunda da değil. O çocuklar “harcanabilir”, başlarına gelecek herhangi bir şeyin üzeri kapatılır, sorumlu aranmaz, geçiştirilir. Bu olayda da savcılık, bebeği 13 yaşındaki kız çocuğu H.’nin balkondan attığına kanaat getirdi. Sonra?

Sağlık raporuna göre, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan, davranışlarını yönlendirme yeteneği yeterince gelişmemiş olan H.’nin cezai sorumluluğu yoktu. Asıl sorumlular ise, yani bir bakıcıya 100 çocuğu emanet eden, H.’yi görmesi gereken tedavi ve bakımdan mahrum bırakanlar ise sorumlu tutulmadı. 4 aylık bebeğin hayat öyküsü, “kovuşturmaya yer yok” şeklindeki tek cümlelik takipsizlik kararıyla sonlandı.

Olay, Anayasa Mahkemesi’nin geçen hafta açıkladığı gerekçeli karar ile yeniden gündeme geldi. Aile, tazminat davalarının reddi üzerine AYM’ye başvurmuştu. Anayasa Mahkemesi de Recep’in ölümünden 7 yıl sonra verdiği kararla malumu ilan etti: Yaşam hakkı ihlal edilmişti. Bu kadar. Bir cümle.

Geçen hafta, yurtlarda büyüyen kız çocuklarının akıbetini yazmıştım. Hikâyenin başlangıcı ise böyle: Bebekken ölmemeyi başaranlar, büyüdüklerinde öldürülüyor. Hayat öyküleri bir cümle.