Bilginin yanıltıcı olduğuna kim karar verecek? Yargı. Yani iktidar. Sonuç olarak, iktidarın sansürlemek istediği her bilgi bu şekilde engellenecek.

Faşizm, güvenli mi?
AKP’nin Meclis’e getirdiği Dezenformasyon Yasası muhalefet vekillerince Meclis’te protesto edildi.

Meclis’in açılmasıyla görüşülmeye başlanan sansür yasasına, gazeteciler dışında ısrarla itiraz eden pek yok. Gazetecilerin itirazı da “basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü” minvalinde ve gayet cılız.

Sansür yasasına, “ifade özgürlüğü” bağlamında itiraz edilemez. Birincisi, ifade özgürlüğü, kapsamı belirsiz liberal söylemin bir çıktısı ve mevcut düzene içkin, dolayısıyla “düzene uyarlanabilir” bir kavram. İkincisi, faşizmin eylemlerine, faşizmin koltuk değneği liberalizm ile karşı durmak oksimorondur, gerçek hayatta karşılığı yoktur.


AKP’nin sansür yasasını adlı adınca tanımlamak gerekir: “İktidarın, kendisini zora düşürmesi muhtemel haberleri ve hatta sözleri, yok etmesi.”
Bu kadar basit. Yani bu yasaya karşı çıkmak için AİHM kararlarını değil, yolsuzluğu, yoksulluğu konuşmak gerekir. Çünkü konumuz, nasıl engelleyebilecekleri değil, neyi engelleyecekleri.

Zaten “ahim mahim beni bağlamaz” diyen birine AİHM kararlarıyla karşı çıkmak da, hem beyhude hem üzücü bir çaba.

Esas meseleye gelirsek, iktidarın kanaat önderlerinin söylediğidir aslında: Güvenlik mi, özgürlük mü? Hayır bu doğru bir karşılaştırma tabii ki değil, ancak bu propaganda, toplumu bir şeylere ikna etmek için en güvenli ve başarı şansı yüksek yol.

Daha da önemlisi, bu propaganda hem geçen yüzyıldan tanıdık hem de iktidarın bir “güvenlik” devleti olduğunun itirafı. Güvenlik dediysek bizim için değil, kendileri, daha doğrusu iktidarlarının tesisi için.

Tam da bu sebeple bugünlerde iktidarın yönettiği medyada, “sosyal medyadan tanıştı, dolandırıldı”, “TikTok’tan buluştu, tecavüze uğradı” gibi çocuk istismarı dahil toplumun sinir uçlarına en çok dokunacak tehlikelerle ilgili haberlerin sıklaşması da beklenir bir durum. (Evet, medya böyledir, gerçek sorunları değil, manşetlerdeki olayları konuşturur. Aylarca tartışılan ‘mülteci meselesi’ ile ilgili haberlerin birden kesilmesi gibi hafızamız, manşetlerin izin verdiği kadardır. Bir hafta başörtüsü, diğer hafta sokak köpeklerini konuşuruz, gelecek haftaya kısmet…)

Peki, şu anda güvende değil miyiz? Toplum, tehlikede mi?

Evet. Ama gereğini yapan köşecilerin söylediği anlamda değil. Yani ne Terörle Mücadele Yasası’nı ne “gizli tanıklık” ucubesini yürürlüğe koyduklarında söyledikleri gibi, amaç, toplumun fertlerini güvende tutmaktı. Zaten yaşayarak gördük ki, “güvenlik güçleri” güçlendiğinde, kaybettiğimiz sadece özgürlüğümüz olmadı. Yaşam standardımızdan eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklarımıza kadar her şey budandı, elimizden alındı, yoksullaştık. Ve tam da bu sebeple iktidar kendini güvende tutmak için güvenlik politikalarına sığındı.

Propagandası da hiç değişmedi: “Her şey sizin güvenliğiniz için” dediler bize, yani sıradan insana.

Bu sansür yasası da aynı yöntemle pişirildi, çünkü çoğunlukla bu yemeği yiyoruz.

Ha, bize özgü bir uygulama da değildir, keşif için hükümetimize pay çıkarmayalım. 30’lar Almanya’sından da günümüz Britanyası’na, örnekleri çok.
Almanya’da yapılan sosyal medya düzenlemesinin gerekçesi, aşırı sağcı grupların yalan haber yapma, yayma, kamuoyunu suça teşvik etme, halkı kışkırtma, şiddet görselleri paylaşma ve tehdit içerikleriyle daha etkin mücadele olarak açıklanmıştı. (Eğer amaçları gerçekten buysa pek başarılı olmadıkları malumunuz…)

Fransa’daki düzenlemenin amacı, internetteki nefret suçlarıyla daha etkin mücadele etmekti. Britanya’da da sosyal medya düzenlemesine ilişkin tartışmalar Şubat 2017’de 14 yaşındaki bir kız çocuğunun sosyal medya üzerinden gördüğü bir içerik nedeniyle yaşamına son vermesi sonrası başladı. (Denge ve Denetleme Ağı raporundan.)

Türkiye’deki düzenleme biraz daha primitif, geçen yüzyılın terimleriyle kotarılmış:

Teklifin 29. Maddesi’yle, Türk Ceza Kanunu’na 217/A maddesi ekleniyor ve “Halka yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu düzenleniyor.
Bilginin yanıltıcı olduğuna kim karar verecek? Yargı. Yani iktidar. Sonuç olarak, iktidarın sansürlemek istediği her bilgi bu şekilde engellenecek. Bu kadar net. (Teklifte sosyal medya sağlayıcılarla ilgili de düzenlemeler var ama Twitter halihazırda Siber Şube’nin bir kolu gibi çalıştığından, pratikte büyük bir değişim yaşamayabiliriz.)

Yasa bu haliyle en çok muhalif medyayı vuracak gibi görünüyor.

Ve “muhalif” kümesinin hayatı çok çok uzun zamandır sadece kanunlarca belirleniyor.

“Bir yandan hukuki sistem, var olan mülkiyet ve mübadele ilişkilerini onaylamakta ve kendine özgü biçimleri çerçevesinde, üretim koşullarının yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Öte yandan, doğrudan doğruya siyasal bir işlev görmektedir. Bu sonuncu ilişki dolayısıyla, genel olarak olağanüstü devletin ve özel olarak faşist devletin analizinde hukukun önemi büyüktür.” (Nicos Poulantzas, Faşizm ve Diktatörlük, İletişim)

Doğru, faşist devletin analizinde hukuku konuşmamız doğal ama analizden ötesine geçmek istersek, iktidarın üretim ilişkilerini yasalarla yönettiğini söylemekten fazlasını yapmak gerekiyor.

En azından, sadece tweet atma özgürlüğünden fazlasını, insan onuruna yakışan bir yaşamı arzuluyorsak. Aksi halde, yeni iktidarın “özgürlük-güvenlik” sarmalında saf tuttuğumuzda, tweet de atamıyor hale gelmemiz an meselesi.