Bu mektubu yıllar sonrasında bugünleri çalışan bir araştırmacı için yazıyorum. İçinde yaşayanlara bugünü anlatmanın pek faydası kalmadı çünkü. Yakın geçmişe bakma konusunda bizim kadar şanssız olmayan bir araştırmacı, Google’a doğru parametreleri girecek ve bu yazıya ulaşacak diye hayal ettim. Biz bugün, yaygın internet kullanımının henüz ilk 20 yılında filan olduğumuzdan, bu tarz araştırmaları arşivlerde tozlu gazete ciltlerini isteyerek yapıyoruz. Bunu yaparken hissettiğim “sonsuz bir şimdi” var. İlk kez Sabiha ve Zekeriya Sertel’in yıllardan sonra yayınlanan Davamız ve Müdafaamız (Can Yayınları-2015) kitabına yazdığım önsözde değinmiştim “Türkiye’deki bu sonsuz şimdide” yaşama hissinden. Kendi kitabımı yazarken arşivlerde gezinirken edindiğim bir histi aslında. Bugün o sonsuz şimdi içinde bir sonucu yaşıyoruz işte. Yüzleşmediğimiz her şey, çok benzer ama çok daha şiddetli hallerde geri dönüyor. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda bugünden o “sonsuz şimdi”ye düşen, belki yer yer aşan birkaç örnek vermek istiyorum sana, dönemi anlamak için birebir.

Akademisyenler hedef gösterildi

Yurtiçi ve yurtdışında 89 üniversiteden 1128 akademisyen (Barış için Akademisyenler), “Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir açıklama yayınlayarak imza kampanyası başlattı. Bölgedeki hak ve özgürlük ihlallerine, katliamlara dikkat çeken ve nihayetinde “Suça Ortak Olmayacağız” diyen bir metin. Yeni Şafak gazetesinin dünkü (11 Ocak) sayılı nüshasında bu açıklamaya imza veren tüm akademisyenler “PKK’nın suç ortakları” manşetiyle alenen hedef gösterildi.

(Gazetenin internet sitesinde aynı haberin başlığı “Hendekçi Akademisyenler”di).

Gazete kamuoyunda ismi bilinen bazı akademisyenlerin isimlerini de haberin altına iliştirilmişti. Basın yoluyla hedef gösterme vakalarının geçmişteki örnekleri ve sonuçlarından söz etmek gelmiyor içimden. Onca acı örnek varken, ismiyle, cismiyle bu kadar insanı açıkça “terör yandaşı” ilan etmelerine diyecek söz bulamıyorum. Biz, örneğin Ahmet Kaya’ya çatal bıçak atanları (sanki yüzyıllar öncesinde kalmış gibi) topluca kınadıktan sonra bu noktaya döndük. Çünkü biz ne darbelerle ne de 90’lardaki kıyımla yüzleşebildik. Sadece iktidar, konjonktürel birer algı enstrümanı olarak kullandı bunları.

Haber yaptık özür dileriz

20-25 yıldır aynı vasatlıkla süren bir televizyon şovunda bir canlı yayın kazası yaşandı geçen hafta. Anaakım medyada haber yapılmasına “kaza” diyoruz biz. Kaza diyorum, zira bir vatandaş, canlı yayına bağlarak anaakım medyanın görmediklerine değindi: “Bu ülkenin Doğu’sunda, Güneydoğu’sunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? Çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor. Sanatçı olarak,insan olarak bir şekilde yaşananlara siz de sessiz kalmamalısınız ve bir şekilde dur demelisiniz” diye başladı ve “Bomba seslerinden, kurşun seslerinden insanlar susuzlukla, açlıkla mücadele ediyor. Özellikle bebekler, çocuklar… Lütfen siz de duyarlı olun, sessiz kalmayın. Rica ediyorum… Lütfen.” minvalinde devam etti. Bu noktadan sonra Beyazıt Öztürk -sonradan dilediği özüründe bir konsantrasyon kaybı diye nitelediği- bir vicdanıyla yüzleşme haline girdi: “Çok iyi yaptınız. Çok teşekkür ediyoruz. Hassasiyetiniz için de… Elimizden geldiğince biz de duyurabileceğimiz yerlerde elimizden geleni yapmaya gayret ediyoruz. Emin olabilirsin. Ama bu söylediklerin bir kere daha bize ders oldu.” gibi sözlerle, bağlanan izleyiciyi alkışlattı. Bu diyalog, havuz medyada bolca çarpıtıldı tabii. Bir linç dalgası da oluştu ardından. Hem canlı yayına bağlanan izleyiciye hem de program yetkililerine terör soruşturması açıldı. Hemen ertesi akşam Kanal D Haber’e çıkan Beyazıt Öztürk, bu “ekran kazası” için yana yıkıla özür diledi. Her dem işine gücüne bakmış vasat bir TV starından kahramanlık beklemiyoruz elbette ama bu “özür” bir acayip. Bir TV kanalı, bir programında yanlışlıkla haber yapıldığı için sunucusuna özür diletti. Öyle düşün. İşte böyle sevgili araştırmacı arkadaş. Aynı hafta içinde yaşadığımız bu iki vakanın bir şekilde basın tarihine geçeceğini düşünüyorum. Belki hayretler içinde, belki de “tıpkı şimdiki gibi” diye okuyacaksın. Umarım ilkidir. Bu yazı bittiği sırada bir bomba patladı İstanbul’da. İlk belirmelere göre; 10 ölü, 15 yaralından söz ediliyor. Patlamayla ilgili detaylar için “yayın yasağı” geldi hemen. Yani en sağlıklı bilgiyi dış basından alıyoruz. Babalarımız, dedelerimiz de darbe zamanları BBC dinlerdik diye anlatırdı. Biz misliyle devraldık, siz de bizden devralmış olmayın, n’olur?