Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Ankara’nın sınıf değiştiren insanları kimi edebiyat eserlerinde karşımıza çıkar. Yeni kurulan rejim, yukarıdan aşağıya modernleşme eğilimiyle, bir anlamda toplum mühendisliğiyle kurucu değerlerini ortaya koyar. Bu nedenle, Ankara yalnızca bozkırın ortasında kurulan yeni bir başkent değil, aynı zamanda ülkenin siyasasına, kültürel ve ekonomik yaşamına yön veren bir merkezdir. Erken dönemde, değişmenin, savaşların ve en önemlisi “idealizmin” yörüngesinde yaşamayı sanat haline getirmiş bir dizi roman kişisi çıkar karşımıza. Diğer yandan da yöneten yönetilen, sömüren sömürülen, yargılayan yargılanan insanlar kapımızı çalar. Romanlardaki temel çatışma kaynağını da bu yapı oluşturur. Her birini tarihsel koşullar yaratmıştır.

Yakup Kadri, “Ankara” romanında, Cumhuriyetin ilk döneminin temel çelişkilerini ortaya koyarken, diğer yandan da kurucu ideolojinin kendi ilkeleriyle nasıl çatıştığını vurgulama amacındadır:

“Bu gördüğünüz şeyler, bu balo, bu otel, sizin Yenişehir evleriniz, bunlar birer hayat kalıbıdır ama bizim kendi inkılabımızın ateşinde dökülmüş kalıplar değil. Bizim ruhumuzdaki yeni hayat prensibinin, yeni hayat özünün tomurcuğu da çatlamadı. Çatlamış olsaydı, memleketteki hayat şartlarının, yalnız küçük bir ekalliyet lehine değil, bütün millet için değişmiş olması lazım gelirdi.”

Yakup Kadri, Milli Mücadelede fiili olarak yer almasına, daha sonra da meclise vekil olarak girmesine rağmen, romanlarında kahramanlarının nüfuz ticareti yaparak yüksek zümrenin, büyük zenginlerin arasına nasıl katıldığını anlatır. Üstelik, Atatürk’ün, “Kadro” dergisinde en çok sevdiği adamlardan biriydi Yakup Kadri. Eleştirenler, resmî edebiyat adamıydı diyerek eleştirirler ama Yakup Kadri’nin özeleştirisi budur “Ankara” romanında. Toplumsal, siyasal değişimdeki kimi noktalardan rahatsız olan yazar deyim yerindeyse büyük bir hesaplaşmaya girişmektedir.

Tek parti iktidarında, yarı resmî “Ulus” gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” eserinde de çok güçlü olmasa da benzer vurgular yapılır. Atay, anı bütünlüğünü koruyan eserinde, özellikle iş bilmez bürokratların yaşamı cehenneme çevirmesine dair örnekler verir.

Özellikle kırklı yıllarda, bir zamanlar viran bağın ortasında yaşarken sonraki otuz yılda halkçı felsefeyi rafa kaldırmış seçkin zümrenin bambaşka bir görünümüne kavuştuğuna şahit oluruz.

Muazzam bir atılımın yanında, tamamlanamamış Cumhuriyet projesi, kendini daha çok yapılamayan toprak reformunda ve kırsal kesim insanının yaşamında somut değişiklikler olmamasıyla gösterir. Öte yandan kendini dediğim gibi resmî ideolojiye yakın hisseden yazarlar dahî bu çelişkileri ve çatışmaları yazmaktan geri durmazlar.

Her şeyden önce yazının temel niteliği eleştirel düşünce üzerinde kurulu olmasıdır. En azından zaman zaman estetik açıdan dar bir izlekte verilse de sınıf değiştiren insanların dışa vuran özellikleriyle biçimlenen bir bakış söz konusudur.

★★★

Bugün el değiştiren sermaye ile toplumun diğer kesimleri arasındaki uçurumun iyice katlandığı, fakirliğin kent merkezlerinde kendini gösterdiği, bakkallarda ayçiçek yağının bardakla satıldığı, hızla yoksullaşan orta sınıfın nefes alamadığı bir dönemden geçiyoruz. Buna karşılık belli bir kesimin görgüsüzce gösteriş kumkumalığına gömüldüğünü görüyor, ellerinde altın tepsili varaklı kahve fincanlarıyla, taşlı koltuklarına yaldızlı giysiler içinde gömülen insanların sınıf atlama hezeyanlarını şaşkınlıkla izliyoruz. Peki böyle çetrefilli bir dönemin içinden akarken neden edebi metinlerde bu çelişkileri yansıtan eserleri göremiyoruz? İktidarın yanında saf tutan eli kalem tutan isimleri geçtim ama pek çok yazarın da dönemin gerçeklerinden uzaklaşmasının sebeplerini sorgulamak gerekiyor.

★★★

Bağımsız gazeteciliğin sırra kadem bastığı şu dönemde susturulan seslere ses olmak, umudumuzu koruyarak özgür dünyanın değerlerine sonuna kadar bağlı kalmak adına Birgün’e abone olalım.

Çünkü Birgün dayanışmadır.