Hiç şaşmaz, AKP her sıkıştığında ya da yeni bir “Darbe pratiği” hayata geçirmek istediğinde hemen bir darbe yaygarasına başlar. Bazen ipin ucunu kaçırıp kendileri kazandıklarında kutsadıkları seçim/sandık sonuçlarını bile darbe olarak adlandırabiliyorlar. Bu günlerdeki yaygaranın önde gelen akademisyen ve gazetecileri 31 Mart yerel seçimlerini açıkça “sandık darbesi, seçim darbesi” olarak değerlendirmişlerdi. Biraz entelektüel hava vermek için “election coup” demişlerdi!

Darbe en basit tanımı ile iktidarın anayasa ve yasalar ihlal edilerek fiziksel güç kullanma/kullanma tehdidi ile ele geçirilmesidir. Bu durumda asıl darbe nitelemesini 40 civarında belediyeye kayyum atanması ve seçilmiş belediye meclislerinin çalıştırılmaması hak eder. Şimdiler de Kars Belediye Başkanlığı’na da bir darbenin hazırlandığı net bir şekilde görülüyor. Bu arada gençlere bir hatırlatma yapayım; darbecilerin ilk yaptıkları belediye başkanlarının yerine asker sivil bürokratların atanması, siyasetçilerin tutuklanması, grevlerin ertelenmesi, medyaya (erişim yasakları benzeri) sansür getirilmesi gibi uygulamalardır. Bilmem ne çağrıştırır bu hatırlatma!

Geleneksel olarak sağ/muhafazakâr siyaset darbeyi sınıfsal ve ekonomi-politik gerekçelerinden soyutlayarak asker sivil karşıtlığına, darbecilerin “kendilerinden” olup olmamasına ya da darbeden faydalanıp faydalanmamalarına göre analiz eder. Böyle olunca da darbe yapan cuntanın sözcüsü, darbecilerin başbakanı, kendi yönetimleri darbeye rahmet okutacak despotlar darbe mağduru olarak kodlanıp mirasları sahiplenir. Hatta darbe ile hesaplaşma adı altında biyolojik ömürlerin sonundaki figürlere göstermelik davalar açarlar. Ama faili meçhuller, işkenceler, idamlar soruşturulmaz. ABD, NATO ve GLADYO rolü söylem düzeyinde dillendirilir ama hiçbir şey değişmez, en sadık, hep sadık olunan müttefik olarak kalırlar. Darbe düzenine asıl rengini veren siyasi partiler yasası, seçim barajı, YÖK (rektör seçimindeki üç günlük düzenlemeleri hatırlayın), yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi konularda daha anti demokratik düzenlemeler yapılırken, darbecilerin fiilen kullandığı yönetim sistemi ve dokunulmazlık anayasal güvenceye kavuşturulur.

Bir de söz konusu AKP olunca tamamen gündeme göre tutarsız bir propaganda argümanı ve sıkışınca başvurulacak can simidine dönüşür darbe tartışması. Bitmek bilmez bir mağduriyet! Kadir Cangızbay’ın benzetmesi ile “…AKP’nin politikasını şuna benzetiyorum. İşportacı, zabıtayı görünce yakalayın, kaçıyor diye bağırıp dikkatleri dağıtır. Yamağı koşar, zabıta kovalar, işportacı tezgahı toplar. Ya da sakat mal satan işportacı zabıtaya rüşvet verir. Millet parasını istemeye gelince zabıta işportacıyı kovalar gibi yapar. Büyükanıt’ı hatırlayın. Askeri vesayet diye kötüledikleri rüşvetli zabıtadır. Zabıtanın rüşveti 10 lira, diğerininki 1.5 trilyon...” kim işportacı, kim zabıta, kim yamak? Siz karar verin!

Çoktandır bir laf giydirme performansına dönüşmüş dar siyaset sahnesinde alıcı da bulabilir bu yaygara. Ancak kendi darbeci/Fetullahçı pratiklerinin vicdani ve siyasi sorumluğu altında ezilen, korkan ve doğrudan iktidardan beslenen, iktidara mecbur olduğu için de gürültüsü çok çıkan üç beş okunmayan zombi gazeteci ve politikacı dışında ciddiye alan geniş bir toplumsal kesim kalmamış durumda. İstanbul yerel seçiminin ikinci raundu en büyük ispatı.

Milletvekillerinin ve bakanların bile trolleşip köpürtmeye çalıştıkları bu darbe yaygarasını daha çok, yapmak istedikleri yeni bir gerçek darbe ve iktidarı kaybetme durumunda göze alabilecekleri bakımından dikkate almak gerek. Gerçek darbeden kastım; Türk Tabipler Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ve Barolara dönük işgal etme ve biat ettirme girişimi.

Şimdi gerçek darbeye karşı, kamusal niteliğe haiz ve özerk olmaları gereken kurumlarla ve hep yanımızda olan avukatlarımız, mimarlarımız, mühendislerimiz ve doktorlarımızla dayanışma zamanı. Zaten çökmüş, çürümüş bir iktidarın karşısında yeniyi inşa sorumluğunu beraber omuzlayacağımız “son” toplumsal muhalefeti bari bu kez yalnız bırakmayalım.

Onların yalnız kalması salgına direnen hastalarımızın, derelerimizin, ormanlarımızın, hayvanlarımızın, savunma kürsülerinin yalnız kalması demek.