Bombalı saldırının hedef gözetmezliği, aslında da tam hedefini yerine getirir, tüm topluma korku ve umutsuzluk salar. Hele ki bu saldırı, memleketin en kalabalık kentinin, en kalabalık noktalarından birinde yapılıyorsa. Örneğin, İslam Devleti (IŞİD) gibi örgütler, Ortadoğu ve Afrika’da bombalı saldırıları halkın en kalabalık bulunduğu pazar yerlerinde düzenler. Sadece savaştığı devleti değil, o ülkenin toplumunu da fiziken ve ruhen çökertmek için yapar bunu.

Saldırının ardından herkesin gözü ölü sayısında olur. Böyle büyük patlamalardan ölüm olmadan çıkılamayacağını bilecek kadar çok patlama gördük. Dilekler, ‘Ölüm olmasın’ dileği, ‘Çok ölüm olmasın’a dönüşür. Herkesin ilk ve en doğal refleksi, kendi yakınından haber almak olur. 10 Ekim’deki Gar saldırısından da aşina olduğumuz üzere, hastane hastane gezilir, belki sonra Adli Tıp’ın kapısında uzun bekleyişler başlar.

Zaten bombalı saldırılarda ölü sayısının geç açıklanmasının sebeplerinden biri de bombanın, bazı cenazelerin beden bütünlüğünü bozmuş olmasındandır. Herkes ölümlere dikkat kesilmişken, aslında bombalı saldırıda yaralanmak da aynı derecede korkutucudur. Çünkü yaralılardan bazılarının da beden bütünlüğü bozulur.

Belli ki savaşan tarafların ölümlerle bir derdi yok, herkes istatistik peşinde, herkes ‘kendi ölüsünün’ derdinde ve ‘karşı tarafın’ ölümlerini kutlama peşinde. Madem ki artık barış istemek suç, ölümü kutsamak ‘mecburiyet’, madem ki ölenler savaşanların propaganda malzemesi olmuş. Madem ki toplumda ne umut kaldı ne gelecek tahayyülü. O zaman bize ölenler kadar geride kalanları da unutmamak düşüyor. Sorumluların açığa çıkıp yargılanması talebinde ısrarlı olurken, patlamanın ilk günkü ‘haber değeri’ geçince, hastane kapılarında ellerinde faturalarıyla baş başa kalacak insanları da unutmamak.

10 Ekim 2015’te Ankara Garı önündeki bombalı saldırıda Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası avukatı Uygar Coşgun’u kaybeden eşi Mehtap Sakinci Coşgun ile saldırıdan sekiz ay sonra konuşmuştum, “Valilik, evraklar eksik diyerek sürekli bürokratik işlemleri uzatıyor. Şu anda hiçbir yaralıya veya hayatını kaybedenin ailesine yardım yapılmadı. Talepler var ama henüz sonuçlanmadı” demişti.

Suruç Katliamı'nda yaralanan Çağla Seven de saldırıdan 500 gün sonra Bianet’ten Beyza Kural’la yaptığı söyleşide, “29 yaşındayım. Yaşım kadar ameliyat oldum” demişti. Uzun süre iki bastonla yürümüş, sonra bir. İki gündür bastonsuz dışarı çıkıyormuş. Tedavi süreçleri ile ilgili ‘Adli vaka üzerinden değerlendirildiklerini’ söyledi. (Suruç, savcılıkça ‘terör saldırısı’ olarak değerlendirilmediğinden buna bağlı tazminatlarını da alamadılar.) SGK ameliyat masraflarını karşılamış ancak dışarıdan alınan malzemeleri ailesi karşılamış. Seven, Marmara Üniversitesi Pediatri bölümünde çalışıyordu. Henüz işine devam edemiyor.

Devlet, Beşiktaş’taki saldırıyı da önleyemedi, insanların ölmesine, yaralanmasına engel olamadı. Bari geride kalanlara, ölenlerin yakınlarına, yaralı kurtulanlara bir kez olsun gecikmeden hakları olan ruh ve beden sağlığına kavuşmaları için gereken tedaviyi ve maddi, manevi haklarını zamanında sağlasın.

Bari bu, devlet olmanın gereği olan en temel hakkın sağlanmasında, işini yapsın. Yerine getirmediği görevlerine bir yenisi daha eklenmesin. Diğer sorumluluklarını bilahare hatırlatacağız.