Gezi Davası sürecinde yaşanan hukuksuzluklar üzerine çok yazıldı. Bu konuda Av. Fehmi Demir’in karar duruşmasındaki konuşması güzel bir özet niteliğinde. İnternette rahatlıkla bulunabilir. Özellikle yargımızdaki “Fetullahçı dönemin ruhunun” hala adliyelerde pervasızca nasıl dolaştığını da vurgulamış. Eski AKP’lilerden Saadet Partililere, sosyalistlerden CHP’lilere, barolardan avukatlara kadar binlerce kişi bu adaletsizliği eleştirdi. En basit tepki, sonucun hukuk kriterleriyle değerlendirilmeyecek kadar adaletsiz olduğu. Nerede ise Gezi/Haziran İsyanı’nı yeniden canlandıracak boyutta bir öfke söz konusu. Henüz kararı hukuki çerçevede, teknik boyutlarıyla ya da siyasi olarak savunan birisini görmemiştim ki Cumhurbaşkanı Erdoğan STK temsilcileri ile önceki gün buluştuğu iftar programında konuştu. Bu konuşma, verilen kararın aslında “ne olduğunu” mahkemede yapılan savunma ve eleştirilerden, mahkeme heyetindeki yargıcın niteliğinden, usul cinayetlerinden daha “öğretici”. Uzun bir alıntı olacak ama şöyle konuşmuş:

“En son bir zatla ilgili karar bazı çevreleri çok rahatsız etti. Bu adam Türkiye’nin Soros’uydu. Bu adam Gezi olaylarının perde arkası koordinatörüydü. Yargımız onunla ilgili nihai kararı verdi ve bu karar malum çevreleri rahatsız etti. Kusura bakmasınlar bu ülkede hukuk var, yargı var. Bu yargı da hakkın egemen olması için bu kararı verdiler… Şimdi birçok yerden arayanlar var. Yurt dışından arayanlar oldu. Biz de dedik ki ‘kusura bakmayın Türkiye hukuk devleti’… Türkiye’de atılan adımlar sizi rahatsız ediyor. AİHM ne dedi ilk derece mahkeme kararı vermediği sürece adım atamayız denildi. Şimdi buyurun karar verildi. Artık verilen karara tabi olacaksınız. Uysanız da uymasanız da bu karar uygulamaya girecektir. 15 Temmuz ihanetinin hesabını hukuk önünde soran yargımız, Yassıada utancından sonra adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır. Şimdi artık ne Yassıada var ne de yaslı ada var. Gezi olaylarıyla ilgili kararda yargımız sadece vicdanlarımızı rahatlamakta kalmamış aynı zamanda hukuk ve adalet dersi vermiştir.”

Öncelikle ortada bir “nihai karar” yok. Sonuçlanmamış bir yargı süreci devam ederken genellikle “yargı sürecinin tamamlanmasını” bekliyoruz derlerdi. (Böyle bir açıklamayı Adalet Bakanı’ndan bekliyoruz!). İktidarın daha soruşturma başlamadan “nihai kararı” açıkladığı bir dava daha! Bu açıklamayı Yargıtay ve AYM aşamaları için talimat olarak da okuyabiliriz.

Ama açıklamanın asıl önemi “Bu adam Türkiye’nin Soros’uydu … Gezi olaylarının perde arkası koordinatörüydü” kısmında. Bildiğim kadarıyla “Soros olmak” diye bir suç yok! Hele hele yaptırımı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olan “Türkiye›nin Soros’u” olmak diye bir suça ceza yasalarında hiç rastlamadım. Bu yaklaşım yukarıda vurguladığım Fetullahçı dönemin ruhunun ve Düşman Ceza Hukukunun en somutlaşmış hali: Suçla eylemin bağının koparılması, önce siyasi olarak kimin suçlanacağına karar verip sonra onun yaptığı her şeyin hatta varlığının suç olarak kabul edilmesi. Bu sonuca varmak içinde kamuoyunun “büyük yalanlarla” ikna edilmesi. İşte yıllardır tekrar edilen “Kabataş Yalanı, camide bira yalanı, OTPOR, CANVAS, casusluk” hikayeleri.

Konuşmadaki, Kavala’nın “Gezi olaylarının perde arkası koordinatörü” olduğu iddiası ise toplumsal hareketleri, itirazları, demokratik tepkileri bastırma anlamında yargıya verilmiş bir talimat niteliğinde. Aynı zamanda 7 Haziran yenilgisinin de rövanşı. Bu direktifin seçim sürecine yansıyacağı da tartışmasız. Oysa Gezi/Haziran direnişinin bileşenleri bile çoğunlukla bir eleştiri/yakınma olarak başlangıcı ve eylemleri “kendiliğinden, koordinasyonsuz” olarak nitelendirmişti. Nitekim birçok ülkede benzer hareketler çokça yaşanıyor. Siyah Hayatlar Değerlidir, Sarı Yelekliler gibi… Sokağa milyonların çıktığı tüm yurda yayılmış bir hareketi koordine edebilecek herhangi bir özne olmadığı gibi sokağa çıkanların çoğu -belki de- siyasi olarak Kavala ile mesafeliydi.

Kararın adaletsizliği ve tutarsızlığı üzerine ne kadar yazsak eksik kalır. Can Atalay ve Mücella Yapıcı gibi ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların, ülkenin suyunun, ağacının yanında duranların bu kadar adaletsiz bir şekilde parmaklıklar arkasında kalmalarına izin vermememiz gerekir. Çünkü; Hepimiz Gezi’deydik!

Bu kararın seçim süreci ile ilgisi ve olası sonuçlarını göz önünde tutarsak özellikle parlamento içi muhalefete büyük görev düşüyor. 2015 sonrası berhava edilen Gezi/Haziran dinamiği bu kez dikkate alınır diye umuyorum.