Hafta sonu sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi üzerine yaşanan kaos gösterdi ki halk hükümete güvenmiyor. Yakın gelecekte bizi farklı bir gündelik yaşam bekliyor diyordum ya hani, işte bu güvensizlik de o günlerin ruhunu bugünden gösteriyor. Halkın, korona pandemisinin yönetimi konusunda olduğu gibi, gıda teminine ilişkin gerekli önlemlerin alındığı konusunda da kendini yalnız bırakılmış hissettiği görülüyor.

Yani cuma akşamı yaşanan kaos, güven kaybıyla birlikte çok acil bir gıda organizasyonu ihtiyacına da işaret ediyor. Hükümetin bunu kotarabileceği ise şüpheli. Gıdaya erişim, açlık, kıtlık gibi sorunların daha da derinleşmesi muhtemel görünüyor. Uzmanlar da farklı açılardan bu sorunlara işaret ediyor. Sorunun kaynağını ise tarımda büyük oranda dışa bağımlı bir politika benimsenmesi ve gıda tedariğinin şirketler tarafından düzenleniyor olması oluşturuyor. Bunlar, özellikle de bugünkü gibi üretimin neredeyse durduğu bir pandemi döneminde, stoklama ile fiyat artışı gibi gündelik hayatı, yaşam kalitesini doğrudan etkiliyor.

Tüm bunların, uzun zamandır içinde yaşadığmızı bildiğimiz gıda krizinin göstergelerini oluşturduğu su götürmez bir gerçek. Halkın ihtiyaçlarını dikkate almayan yapılandırmalar, kar odaklı şirket tarımı, iklimsel değişiklikler, ekolojik deformasyon, finansal spekülasyon ve bunlarla ilişki olarak yoksulluk ve açlık ile ilgili bir gıda krizini yıllardır deneyimliyoruz. Sonuçta koronavirüs ile başlayan karantina süreci gıda krizini gizlenemez hale getiriyor. Krizin küresel karşılığını da ifşa ediyor. Krizden çıkış için ise başka alanlarda olduğu gibi gıda konusunda da önümüzde iki seçenek olduğu söylenebilir: Ya sürekli kriz yaratan şirket egemen gıda sistemi sürecek ya da halkın gıda egemenliği kurulacak.

Aylardır dünyanın her yerinden çiftçi örgütleri harekete geçerek hükümetleri, virüsün gıda sektörü üzerindeki etkisine yönelik acil önlemleri almaya çağırıyorlar. Mevcut haliyle gıda sisteminin, üreticiyi ve tabi tüketiciyi de daha kırılgan hale getireceği konusunda uyarılarda bulunuyorlar.

Keza ülkemizde de gıda üretimi organizasyonunun, planlama, ekoloji, emek gibi farklı açılardan önemine, çiftçi örgütleri, uzmanlar, akademisyenler, gazeteciler tarafından dikkat çekiliyor. Tarımsal üretimin öncelikli olarak planlanması aciliyet olarak sıklıkla ifade ediliyor. Beklendiği gibi getirilen farklı önerilere hükümet kulak asmıyor, bildiğini okuyor. Çiftçi-Sen’in de işaret ettiği üzere Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’nin sunduğu tedbirler, şirketlerin gıda sistemini güçlendirmeye yarayacak ve gıda krizlerine yol açacak.

Bu uyarıya ek olarak Çiftçi-Sen bir dizi öneri de sunuyor. Bunlar arasında mevsimlik tarım işçilerinin sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması, girdi maliyetlerinin düşürülmesi, vergi indirimleri yapılması, üreticiye alım garantisi verilmesi ya da taban fiyat uygulamasına gidilmesi, küçük üreticinin pazar erişiminin sağlanması, kent çevresinde üretimin desteklenmesi gibi öneriler bulunuyor. Çiftçiler tohum desteği halkın gıda ihtiyacını karşılamaya yetmez diyor. Duyan var mı? Sanmıyorum.

İki seçenek var demiştim. Hükümet tercihini ilkinden, şirketleri güçlendirmekten yana kullanıyor. Uzmanlar bunun kriz getireceğini belirtiyor. Halk kendini yalnız ve güvencesiz hissediyor. Tüm bunlar öncelikle hükümetin benimsediği tarım politikasının ve dolayısıyla da gıda sisteminin iflasın eşiğinde olduğunu ve değişmesi gerektiğini apaçık ortaya koyuyor.