Epey bir süre önce, ‘Saray rejiminde AKP Genel Başkanı ve ailesi dışında kimse dokunulmaz değildir’ diye yazmıştık. AKP’yi eleştirenlere bir yere kadar tahammül edilebilir hatta ‘mahalleden’ gelen eleştiriler kamuoyuna ‘demokrasi nişanesi’ gibi sunulabilir yeter ki Saray’ın duvarlarının dışında kalsın, aileye ilişilmesin demiştik. NATO’dan Zarrab’a şimdilerde “millileştirilen” her meselenin ardında bir hanedan krizi var. Bu nedenle Saray, tehdit algısını yüksek tutarak milli teyakkuz rüzgarı estirmek istiyor. Bugünün Türkiyesi’nde iktidarın etrafında toplanan ticari ve siyasi ilişkiler ‘devletin mahremiyeti’ kisvesine sokulmuştur.

Kan bağı haricinde aile fotoğrafına girenlerin birçoğu krize çare niyetine tasfiye edilmiştir. Çünkü böylesine şahsileşmiş hükmetme biçimleri aynı zamanda süreklileştirilmiş tasfiye rejimleridir. ‘Arınma’ muktedirin seçmen adına yaptığı tek taraflı bir lütuftur! İlla tasfiye edilecek politik bir aktör, zümre, kurum bulunur, aksi durumda ‘meşruiyeti’ sorgulanır.

Gidenlerin ardından
Son dönemde önceden tasfiye edilenler ile kervana yeni katılanların başına gelenleri izliyoruz. İzliyoruz diyorum çünkü onları tarihin tozlu sayfalarına gönderen maalesef bizler değiliz. Gökçek’ten Topbaş’a, Arınç’tan Davutoğlu’na upuzun bir liste var karşımızda. Her biri de tasfiye sürecinin ‘acı’ gerçekleriyle yüz yüze. Topbaş’ın projeleri bir bir iptal oluyor, 24 saat toplu ulaşıma ‘kavuşan’ Ankara Hitit güneşine dönmeyi konuşuyor, yandaş yazarlar partinin “sabık ve sakıt” üyeleriyle dalga geçiyor. Saray fırsattan istifade Gül’e yakın kadroları istifaya zorluyor. Böylece AKP’nin “2002 ruhuna geri dönme” ve “yeniden barışma” öyküsü daha başlamadan bitiveriyor.

‘Gidenler’ gözden düştüklerini bilseler de ara ara kendilerini hatırlatıp ‘mesaj’ vermeye gayret ediyor. Örneğin Arınç hala 15 Temmuz öncesinde halkın çoğunluğunun Gülen’e sempati beslediğini iddia ediyor, iktidarın suçunu halka mal ediyor. Onun gibiler kendilerini politik belagat ile aklayabileceklerini zannediyor. Halbuki artık Saray haricinde bir ‘aklama’ mercii yok. Bir diğer örnek Davutoğlu. Bir zamanlar ders verdiği eski üniversitesindeki etkinlik yönetim tarafından iptal edildi. Davutoğlu’na yakın basın kararı ‘skandal’ olarak büyük puntolarla gördü. Eski Başbakan ise ‘öğrencilerle, gençlerle arasına kimsenin giremeyeceğini’ söyledi. Halbuki bizzat kendi Başbakanlığı döneminde onlarca meslektaşının talebeleriyle ‘arasına girildi’; akademisyenler kürsülerinden kopartıldı. Hem de daha ortada ne OHAL ne de KHK’ler vardı. Davutoğlu, imzacı akademisyenler için ‘bildiriye yansıyan provokatif dil fikir özgürlüğü olarak değerlendirilemez’ dediğinde tasfiyeye yeşil ışık yakmıştı. Şimdi yüzlerce akademisyen imzaları nedeniyle mahkeme sırasındayken Davutoğlu’nun ifade özgürlüğü ve demokrasi çıkışına kim inanır bilinmez. Ancak 28 Şubat üzerine kurdukları mağduriyet hikayelerini gözden geçirme zamanları gelmiştir herhalde. Zira bugün kapısından giremedikleri üniversiteleri bu hale getiren bizzat kendileri ve mensup oldukları siyasi harekettir.

Referandum iptal edilir mi?
Tasfiye odaklı makyaj tazeleme operasyonlarının seçim maratonuna yaklaşılmasıyla doğrudan ilişkili olduğunu herkes biliyor. Öte yandan AYM’nin 16 Nisan referandumuna ilişkin iptal başvurularını neticelendirmemesi dedikodulara zemin hazırladı. Muhalefette Saray’ın sıkıştığını, referandumun iptal edilebileceğini düşünenler var. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır bilinmez. Zira OHAL’de, devletin tüm olanakları seferber edilerek ve YSK’nin şaibeli kararıyla ‘güvence altına’ alınan 16 Nisan’ın iptali Saray’ın yenilgiyi kabul etmesidir. Bu nedenle de çok mümkün görünmemektedir. Saray’ın kaybetmemek için B ve C planları vardır ancak yakın tarih bize gösteriyor ki bu planlar ‘hukuk mekanizması’ içinde olmak zorunda değildir. Öte yandan Gül’ün adaylığı ya da isim üzerinde ittifak senaryoları şu konjonktürde muhalefetin enerjisini boşa harcamasından başka bir anlama gelmemektedir. Muhalifleri seçime götürecek bir Hayır cephesi yoktur, yalnızca ortaklaşan talepler vardır. Asıl odaklanılması gereken bu talepleri politik arenada aşama aşama güçlendirecek birleşik bir stratejidir. O stratejinin anahtarı; siyaset ve gündelik yaşam arasındaki bağın ilerici-laik bir hatta dönüştürülmesidir. Yoksa ne mi olur?

Malatya’da evlerin işaretlenmesi onlarca alametten biridir. Açık faşizme giden yolun iktidarın krizi ile egemen güçlerin çatışan senaryolarının tam ortasından geçtiğini biliyoruz. 12 Eylül öncesinin Maraş’ını, Çorum’unu aklımızdan çıkarmıyoruz. Darbe girişimi sonrasında meydana çıkarılanların bir kısmının darbecilere değil Alevilere, sosyalistlere, demokratlara gözdağı niyetine olduğunu da unutmuyoruz. Hal böyleyken, yaşamı savunmayan, yaşamı örgütleyemeyen hiçbir siyasetin çıkış yolu olamayacağını ana muhalefete hatırlatıyoruz.