Sivas. Çocukluğumuzda Sivaslı deyince Alevi anlaşılırdı bundan. "Sivaslı mısın?" demek, "Alevi misin?" demenin şehir diliydi. Eskişehirliydik ama aslı Sivaslıydık. Dedemiz oradan gelmişti, Güneşli mezrasından. Galiba yalnız biz değil hepimiz Sivaslıydık Pir Sultan Abdal’dan beri, Aşık Veysel’den sonra

Granada’dan Sivas’a…

Her şeyi, herkesi arkadaşlığa saymaya meyyal olunca, şehirler ve başka şeyler de bundan nasibini alıyor. Alsın, zira insanın kendini ‘nasipsiz’, ‘kısmetsiz’, böylece ‘kıymetsiz’ görmesinden acı, beter bir duygu da yok. Kars’ı ben Cemal Süreya’nın şiirleriyle çok sevdim ve hâlâ o şiirlerle çok severim. Henüz gidip göremedim çünkü. Ama ben de bu sevginin ateşiyle Kars için bir el şiir, iki el mektup yazdım. Ortaya attım. Bazı aşklar çoktan kanatlanmıştır, onlara pul yetişemez, gerekmez de. Pulsuz aşklar diyelim şehirlerle aramızda gidip gelene.


Sivas. Çocukluğumuzda Sivaslı deyince Alevi anlaşılırdı bundan. "Sivaslı mısın?" demek, "Alevi misin?" demenin şehir diliydi. Eskişehirliydik ama aslı Sivaslıydık. Dedemiz oradan gelmişti, Güneşli mezrasından. Galiba yalnız biz değil hepimiz Sivaslıydık Pir Sultan Abdal’dan beri, Aşık Veysel’den sonra. Ya ondan sonra?
Sivas gecede bir ateşböceğinin ışıması, yanıp sönmesi gibi hayal meyal bir yerdi bizim için. Ne yalnızca şehir ne sadece yanyana evler. Aşkla bakan gözler, dostlukla çarpan yürekler, hikmet söyleyen diller, ve hep açık gönüller. Tabii seslerden, sözlerden, türkülerden, ellerden, tellerden de ayrıca söz etmiyorum, çünkü bunlar Levni’nin “şaire türkü türküye güzel/güzele gerdan ne güzel uymuş” dediği şeylerdendir ve birbirine de ‘ne güzel uymuş’tur.

Sivas, türkülerin, ağıtların, deyişlerin, nefeslerin yurdudur ve halk şairlerinin pek çoğu da “sivas elleri”nden gelmiştir, Sivas’ta ‘nefes’lenmiş, nasiplenmiş, ve elleri saz, dilleri söz tutmaya orada başlamıştır. Türkülerde turna kadar geçen bir kuş, Sivas kadar geçen bir şehir de yoktur duyup dinlediğimce. Yeşil başlı gövel ördeklerle “seni kim uçurdu gölünden sunam” diye ardından gözyaşlarımızın uçtuğu sunaları da yalnızca duyasımız değil, göresimiz de gelir.

Sivas’a işte böyle böyle, duyası, özleyesi, sevesi ve göresi gelerek gidilir, tıpkı Maraş’a, Yozgat’a, Elaziz’e, Malatya’ya, Çorum’a, Kırşehir’e, Diyarbakır’a, Erzurum’a da gidildiği gibi. “Erzurum çarşı pazar/leylim aman!” diyerek gidilir değil mi Erzurum’a? Ahmet Erhan’ın en sevdiği türkülerden biri “evlerinin önü mersin”di, Ahmet bunu Mersin şehrini düşünerek dinliyor, katılıyor, söylüyordu. Sonra “Dersim dört dağ içinde”ydi, “Malatya Malatya bulunmaz eşin”den “Urfa’ya paşa geldi”ye geçiyor, temaşa ediyorduk biz de, halkız ya. “Diyarbekir etrafında dağlar var”dı, “Erzincan’a girdim ne güzel bağlar” bizi bekliyordu.

Sivas kaç kapılı bir şehirdir bilmiyorum ama, her evin ayrı bir türküsü vardı sanki orada. Yalnızca Pir Sultan’ın şiirlerinden yapılan deyişleri dinlemek bile insanı ürpertir, içini titretir, kendinden geçirir. Canım hey!(Bu içimden geldi, Cem Karaca’nın “kalktı göç eyledi avşar elleri” türküsünde “Dadaloğlum birgün kavga kurulur” dörtlüğünün sonunda canından kopup gelen çığlığı duymamak, duyup da katılmamak olmazdı. Olur muydu canım hey?)
Yolu neden uzatıyorum, sözü niye döndürüp dolaştırıyorum, niçin konunun etrafından dolanıyorum ve bu uzatmalarla, dönüp dolaşmalarla oyalanıyorum? Biliyorum da bilmiyorum da. Kardeşiyle yağmur olmak dururken, kardeşiyle kül olan bir ülkede kurumayan ne var? Dil kuruyor, söz kuruyor, ağaçlar kuruyor, sevgi kuruyor, kardeşlik kuruyor. Kuraklık dilde başlıyor önce, sonra topraklar kuruyor, ve o nehirler gibi yatağına sığmayan, taşarak aktığı söylenen kardeşlik çöl gibi kuruyor. Kardeşlik gülünden kardeşlik külüne, kardeşlik gölünden kardeşlik çölüne…

Unutmuşum. Hem bazı türkülerin içinde Sivas geçmese de, ne yapar eder onu da Sivas’a yakıştırırdık, ne bileyim “bir çift turna gördüm durur dallarda/seversen mevlayı kalma yollarda/sizi bekleyen var bizim illerde/bizim ile doğru uçun turnalar” diye söylendiğinde, aklımız değilse de gönlümüz Sivas’a doğru giderdi. Sivas’ı, Edip Cansever’in dediği gibi “içinden doğru sevdim seni” sırrıyla seviyorduk bir de, üzerine titreyerek, özenerek, onda daha ne iyilikler, güzellikler olduğunu düşünerek. Bir şehir de böyle sevilmez miydi? Lorca’nın Granada’yı nasıl sevdiğini bilmeyen var mı? Ama sonra, ya sonra? Cinayet nerede işlendi? Cinayet Granada’da İşlendi.

“İncelikle dehanın, kanatlı yürekle billur çağlayanın ondaki gibi bir araya gelişini hiç görmedim. O savurgan büyücüydü, yaşama mutluluğunu yüreğinde toplayan sevinç dağıtıcıydı ve bir gezegen gibi ısıtıyordu onu. Hem saf gönüllü hem oyunsever, hem evrensel hem taşralı, o pırıl pırıl hoş adam…Onun günün birinde öldürüleceğini hiç kimse düşünemezdi doğal olarak. Kimin aklına gelirdi ki bir ülkede, hem de kendi ülkesinde, böylesine akıl almaz bir cinayeti işlemeye yatkın canavarlar bulunabilsin?”

2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Katliamı'nda yakılan canlardan birini yakından, birini çok yakından tanıdım, sevdim, okudum, arkadaşlık ve yoldaşlık ettim. Hepsi canlarıyla yolumuzu aydınlattı, ışıklar içinde yatsınlar. Nesimi Çimen’den Muhlis Akarsu’ya, Asım Bezirci’den Uğur Kaynar’a, Hasret Gültekin’den Edibe Sulari’ye, Asaf Koçak’a daha güzel bir dünya için yazan, çizen, söyleyen canlarımız onlar. Metin Altıok bizim kuşağın ağabeyi, hepimizin anılarında yer almış, iz bırakmış, unutulmaz bir şair. Behçet Aysan ise benim en yakın 4-5 şair arkadaşımdan biri. Hayatın şiir ve şiirin arkadaşlık olduğunun en şiirsel kanıtı, ifadesi, ruhu, varlığı, kişisi, karşılığı. Nedense o ağustos gibi tarazlı, yarısı yaz yarısı güz sesiyle, “kırmızı gül demet demet/sevda değil bir alamet” türküsünü söylüyor gibi geldi bir an. Gülten Akın’ın “Adamın su gibi akanıdır Maraşlı” dizesinden mülhem, “adamın sesiyle yakanı” diye düşündüm Behçet’i.

Yukarıya tırnak içinde aldığım cümleler hangi şair ya da şairler için söylenmiş olabilir? Yarısı Metin abi için, yarısı Behçet için. Hangisi hangisi için, şiirlerine bakın, bugün 2 Temmuz. Pablo Neruda söylemiş bu sözleri. En sevdiğim şair Federico Garcia Lorca için. Sait Maden Cinayet Granada’da İşlendi kitabında yer vermiş bu sözlere. Granada’nın şarkılarıyla Lorca’nın şiirleri yarışıyor, “ay kocaman at kara/torbamda zeytin kara/bilirim de yolları/varamam kurtuba’ya” derken Lorca, “Sivas ellerinde sazım çalınır/çamlıbeller bölük bölük bölünür/ yardan ayrılmışım bağrım delinir/katip arzuhalim yaz yare böyle” diyor Pir Sultan Abdal.

Şiirleri var, şarkıları var, türküleri, deyişleri, nefesleri, aşıkları, ozanları, şairleri var, daha ne olsun, keşke Granada’da cinayet işlenmeseydi!